Madame Bovary’nin Türk Edebiyatına Yansımalarından Biri: Bugünün Saraylısı’ndaki Ayşen

Madame Bovary’nin Türk Edebiyatına Yansımalarından Biri: Bugünün Saraylısı’ndaki Ayşen

Milletler, siyasal, sosyal ve kültürel yapılarını kendi içinde veya başka medeniyetlerin tesiriyle gelişen olaylardan etkilenerek değişim ve gelişimlerini gerçekleştirirler. Benzer durum Avrupa’da Rönesans ve Hümanizm’in edebî akımlarının oluşmasında büyük rol oynamıştır. Beraberinde XIX. yüzyıl ilk yarısında ortaya çıkan Romantizm akımı, Klasisizm akımına bir tepki olarak doğ- muştur. Dolayısıyla sanatın, devrin içinde gelişen düşüncenin ve akımların bir öncekine tepki ola- rak şekillenerek oluşmuştur. Fransa’da doğup Avrupa’yı saran Klasisizm gibi düşüncenin eserler üzerinde tesiriyle yeni mahiyetlerin doğuşu ve oluşmasında büyük tefekkürlerin genişlemesinde ilk ortaya çıkışından itibaren tesir etmiştir (Yetkin, 1941, s. 7-8). Türk Edebiyatında ise Batı ile te- mas kurulmaya başlandığı ve yoğun ilişkilerin geliştiği bir süreçte Tanzimat dönemine ait ilk ter- cüme ve telif eserlerle Romantizm akımı edebiyatımıza girmiştir. Bunlardan başlıcaları Lamartine, J. J. Rousseau, Victor Hugo, Bernardin de Saint Pierre, Alexandre Dumas Pere, Daniel Defoe’nin eserleri Türkçe’ye çevrilmiş ve bu kişiler Tanzimat dönemi sanatçıları tarafından örnek alınmış- tır. XVIII. yüzyıl edebî akımların geliştiği dönemde Realizm, Romantizm akımına karşı Auguste Comt’un ve Hippolyte Taine’in de yer aldığı Pozitivizm’den beslenerek gelişmiştir. Romantizm, Santimantalizm ve hayalciliğini reddeden Realizm edebiyatta gerçekliği salt akıl ile önemseyerek tarafsız bir bakış açısıyla olayları ortaya koymayı amaçlamıştır. Gustave Flaubert de Pozitivizm’in ve Realizm’in ilk gerçek örneğini Madam Bovary adlı romanıyla hayattan alınan gerçekleri kur- gulayarak yazmıştır. “Realizm, aynı itiyatları, aynı görüşleri taşıyan, aynı hayatî zaruretlere tâbi olan insanların müşterek ruhunu tasvire ehemmiyet verir” (Yetkin, 1941, s. 132). Bu minvalde değerlendirilen Gustave Flaubert’in Madame Bovary romanı dünya edebiyatının Romantizm’den Realizm’e geçişinde önemli aşamalardan birisi olarak kabul edilir. Madam Bovary romanında, Emma Bovary tipinin iyi veya kötü kadın tipi tanımlamalarının dışında yetişme tarzı ile yaşadığı hayat ve kararları arasında mantıklı denilebilecek ölçütler kurulabilen bir roman kahramanı olma- sının büyük tesiri bulunmaktadır. Yaşadığı duyguların ve ihanetlerinin bulunduğu hayatla ilgisi onu kesin çizgilerle iyi veya kötü olarak değerlendirmenin dışına çıkarmış ve grileştirmiştir. Bu bakımdan Realizm’in ölçütü sayılabilecek insan eylemlerinin yaşamak durumunda kaldığı hayatla mantıksal bağlantısı bulunur teoremi gerçekleşmiştir.

Gustave Flaubert, Madame Bovary romanında geleneksel romantik kurmacanın dayandığı varsayımları da zorlamıştır. Bu anlamda yazar eserinde görüşlerini ve kişiliğini yansıtmasına dair dönemin beklentisine de aykırı davranır. Gustave Flaubert’in devrinde büyüyen çelişkilerin gölgesinde kalmıştır. XIX. yüzyılın Avrupa’sında ilerleme ve eğitim gibi geleneklere topyekûn saldırması, sivri dili ve üstün zekâsını sergilemek için eserlerini bahane eden biri gibi görünse de gerçekte okurlarıyla olan ilişkisinin temelinde bir muğlaklık bulunmaktadır. Gustave Flaubert, aptallık olarak gördüğü konu ve davranışlarla dalga geçtiği sınıflardan malzeme edinen ve metnin kendisinde bildiğini idrak edebileceğine dair bir yetenek olduğu varsayılarak Madam Bovary ́deki entelektüel bilgisi zayıflığı, yapmış oldukları zıt olan bir muğlaklık eserinde dikkati çekmektedir (Flaubert, 2013, s. 26). “Ama bu teşvik edilen muğlaklığın yanında kitap, okurun yargılayarak veya duygusal tatmin amacıyla okumasına da olanak veren yanlı, dogmacı okumalara da müsait yanıltıcı bir içtenlikle de yazılmıştır.” (Flaubert, 2013, s. 41).

Türk Edebiyatında ilk realist eserler Tanzimatla başladığı dönemde Batı edebî akımı çerçeve- sindeki gelişmelerden etkilenerek Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt, Nabizâde Nâzım’ın Karabibik ve Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanları bu eserlerin başında gelmek- tedir. Bu eserler başta olmak üzere Realizm’in ilkelerini tam anlamıyla yansıtmaları bakımından realist tasvirler içeriyor olmaları yönüyle dikkate değer bir yere sahip olurlar. Cervantes’in yazdığı ilk edebî roman kabul edilen Don Kişot adlı romanı da tespitlerimizi destekler örnekler içeren yazıldığı dönem öncesine okuru götürerek Orta Çağ şövalye hikâyelerini eleştirmekten ileriye giderek yeni bir edebi tür yaratmak için harekete geçtiğini görmekteyiz. Böylelikle Cervantes, ro- manında eleştiri ve parodiyi kullanarak Don Kişot’ta hem yeni bir edebî tür hem de yeni bir edebî akım yaratmıştır. Romantizm eleştirisinin aynısını Araba Sevdası ve Madam Bovary romanlarında da görmekteyiz (Noyan, 2016, s. 1852).

Gustave Flaubert, Türk Edebiyatına da tesir etmiş akımların içindeki gerçekçilik akım yazar- ların birçok eserini beğenmez. Ressamın gerçekçi katı ifadesine itiraz eder. Ancak Madam Bo- vary eseri tıpkı Champfleury ile Duranty’nin manifestoları ve kurmaca eserleri ve Courbet’nin resimleriyle çağdaşlarından olduğu için yeni gerçekçilik akımının örneklerinden kabul edilmiştir (Flaubert, 2013, s. 29- 30). Berna Moran, Türk romanında derinliği olmayan, karmaşık çok yön- lü karakterlerin yaratılmamasından yakınıldığı bir dönemde XIX. yüzyıl romanında Dostoyevski, Tolstoy, Gustave Flaubert benzeri yazarların bireyin kişiliğini yakalamak için onların kendine özgü iç dünyasına yöneldiklerini ve sahnelerken çok çeşitli yönlerinin derinliğini karmaşık tipleri yara- tarak vurgulamıştır (Moran, 2008, s. 200). Türk Edebiyatı Realizm’e geçiş yaptığı Servet-i Fünun edebî dönemindeki romanlarda Emma Bovary benzerliğinde tipler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Realizm’e geçişin örneklerini gösteren Aşk-ı Memnu’dan önceki Türk romanında karakter- ler ve olaylar arasındaki bağ pek görülmez. Gerçekçilerden öğrendiği karakterlerin kişilikleriyle olaylar arasındaki nedensellik bağının kurulmasını Halit Ziya Uşaklıgil’in, Balzac, Zola ve Flaubert gibi oluşturduğunu görmekteyiz. Roman içinde aranan olayın gelişiminde tiplerin kişilik- lerine bağlılık olayların tipler üzerinde oluşturduğu etkiye göre değişmiştir (Moran, 2008, s. 59). Berna Moran, Aşk-ı Memnu romanında Bihter’in, Nihal’in bakış açısından hareketle kötü karakter olarak gösterilmesine bağlamıştır. Berna Moran, Nihal’in bakış açısıyla başlayan olaylar, kocasını yeğeniyle aldatmasının ötesinde ağır kusuru olmayan Bihter’in evde alınan pek çok kararların kendisinin eve gelmeden verilmiş olmasına dikkati çeker ve suçlamayı çok mantıklı bulmaz. Bu yönüyle Bihter’i Madame Bovary’ye benzetir. Bihter gibi Emma da kocası Charles Bovary’ye karşı hiçbir şey hissetmez. Hissiz ilişki onu yasak ilişkiye iter. Üç farklı erkekle evlilik dışı ilişki yaşayan ve sonunda intihar eden Emma’nın roman olayları boyunca onu kötü sona iten ve hazırlayan bir olay verilir (Moran, 2008, s. 58-60). Bu açıdan bakıldığında Bihter’in roman boyunca sebepler dairesinde yaşadıkları ve Emma’nın kötü sona gidişine iten hikâyesinin önemli bir paralellikler içerdiğini görmekteyiz. Bu anlamıyla Halid Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu romanındaki Bihter, birçok bakımdan Emma’yı hatırlatan özellikler gösterir.

Oğuz Atay, Aşk-ı Memnu romanındaki Bihter karakteri ile Kırık Hayatlar ve Mai ve Siyah romanındaki tipler arasında tutunamayan kişiler olarak duygu benzerliği kurar. Ahmet Cemil karakterinde olduğu gibi büyük hayallerin küçük hesaplarla sönüp giden tip benzerliklerine dikkati çeker. Çünkü Ahmet Cemil’in bu gidişi bilinçsizce olmamaktadır. Zayıf iradeleri ve önleyeme- dikleri kaderlerinin sonucuna yenik düşmüşlerdir. Asıl gerçeklik ve bilinçsizce olan kaderlerine kapılıp gitmekten ziyade sorumlu olduklarını hissederek hareket etmiş olmalarıdır.

Halit Ziya Uşaklıgil’in, Batıya yönelen bilinçli bir aydın olarak eserlerindeki kahramanlar yönelişinde bir temsilci olan Ahmet Cemil, Divan edebiyatının biçim ve ifade anlayışına karşı çıkar ve şiirleriyle değiştirmek istemektedir. Nihal sadece klasik parçalar çalar ve özellikle düğün sahnesinde çalan müzik ile geleneksel hayat içindeki insanların dışında kalır. Melih Bey de geleneksel ahlak anlayışı dışında kalır. Firdevs ve Bihter ise henüz tam Avrupai olamamıştır. Örneğin, yine katıldıkları bir düğünde eğlencelere eşlik eden Bihter ud çalar. Halit Ziya Uşaklıgil, tiplerin karakteristik özelliklerini realist tavır içinde vererek bu bakımdan Türkiye tarihinde de Batı’ya açılış olarak görülen bir dönüm noktasında, devrinin insan karakterini vermekle günümüz ve gelecek Türkiye’sini bu hususta aydınlatmanın yanında 1900’lü yıllarda Türk insanının ruhsal ve düşünce yapısının nasıl ve neler hissettiğini ulusal duyarlılık içinde vermiştir. Ancak karakterlerin duyarlılıkları belirgin değildir. Batı’ya yöneldiğimiz ve bütün kurumlarımızla Batılı olmaya çalış- tığımız bir süreçte ileri sürdüklerimizi de işin içine katarak kahramanları daha iyi tanımlamak gerekmektedir. Fakat, bu anlamda Halid Ziya Uşaklıgil niyetlerini savunmuştur. Günümüze devrini anlatmak için yaptıklarının temelinde iyi niyetli ve samimi biçimde Batılı olmaya çalıştıklarını ve bunu yaparken yapmış olduklarının iyi olanı yapmak olduğunu anlatmıştır. Ancak muktedir ola- mamışlarsa da suçlusunun niyetleri olmadığı da böylelikle vurgulamıştır. Bu açıklamasını sanat adamında olması gerektiğini düşündüğü alçak gönüllülük ve endişenin tıpkı kahramanlarındaki özelliklerin dahi var olduğunu ifade etmiştir (Atay, 2021, s. 186-190).

Halit Ziya Uşaklıgil’in roman tiplerinin gösterdikleri tepkilerden anlaşılacağı üzere bizim in- sanımızın yapısındaki isyankâr olmamakla birlikte kendilerini cezalandıran tepkilerini de vermiştir. Madam Bovary romanın başkahramanı Emma da aşırı derecede lüks, gösteriş düşkünlüğü, hayalperest, güzel, ihtiraslı, duygularıyla hareket eden, bencil, sorumsuz bir kadın tipi çizilirken Aşk-ı Memnu romanında da şöhret, aşk, zenginlik ve büyük hayaller kuran kahramanlar her zaman sezgileri nedeniyle hayal kırıklığı yaşayacakları hissi ile hareket eden ve tepki veren tiplerden oluşturulmuştur. Kadının yaşam içindeki yerini, yaşayış biçimindeki değişimi, Bihter ve Behlül tiplerinin yaşamış oldukları yasak aşk üzerinden verilmiştir. Bihter karakterinin gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldığı, Batılı yaşayışın özentisi ve yasaklı meyveden yiyerek gelişen ve gelinen sonda duygusal ve psikolojik gerçeklik ortaya konmuştur. Ruh dünyaları çatışan Aşk-ı Memnu romanda en trajik unsur ise Nihal’dir.

Aşk-ı Memnu romanında Halit Ziya Uşaklıgil’in tıpkı Wagner çalışmasıyla Chopin gibi olaylar içinde tipleri sembolize etmeye çalıştığını da görmekteyiz. Bihter alaturka-alafranga karışık müzik dinlerken Behlül operet sever. Ama bütün bu farklılıklara rağmen ikisi arasındaki aşkın kapısı açılır. Çünkü duygusal ve psikolojik gerçeklik olayları bu noktaya getirmeye mahkûm etmektedir. Adnan Bey Batılıdır ama alaturka-alafranga Bihter’i çok beğenir. Romanda gidilen ortam ve gezilen çarşı Batı özentisi mekanlar, mağaza eğlence yerlerinin de adlarıyla sembolize edildiğini görmekteyiz. Batılı olan Pygmalion, BazarAllemand, Konkordiya, Odeon, Lüksemburg, Patriano, Gambrinus1 olaylar geçmektedir. Dolayısıyla Halit Ziya Uşaklıgil, Nihal’i gerçek anlamıyla Batılı kadın tipini göstermektedir. Bihter ise doğunun gerçeklerine dönüktür. (Atay, 2021, s. 190-194).

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında da Emma’nın çeşitli yansımaları görülmekte- dir. Ankara’da Selma, Kiralık Konak’ta Seniha, Nur Baba’da Nigâr, Sodom ve Gomore’de Seniha hatta Hüküm Gecesi’nde Saniye birçok bakımdan Emma ile benzerlik gösterir. Necdet Bingöl, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanı Kiralık Konak ve Madame Bovary arasındaki ilişkiyi Türk romanına Realizm’in esasını kuran bir tarz bulundurmasına bağlamaktadır. Çünkü, Kiralık Konak’taki Seniha ile Madame Bovary’deki Emma arasında kuvvetli bir tip özelliği kaynaklı ben- zerlik vardır. Emma ve Seniha’nın bariz yanlarından olan ruhen tembel ve boş hülyalarının olma- sının yanında buna kabiliyetli tiplerdir. İkisinin de bilmedikleri uzak şehirlere ve yerlere gitmek gibi romantik hayalleri vardır. Aynı ruh hali içinde olan Emma ve Seniha “Bovarysme” tutulmuş yanlış yollara sapmaya meyilli, kendi hayatlarını hayalleriyle alt üst eden kadınlardır (Bingöl, 1944, s. 12-13). Modernleşmenin vitrini olarak şehrin içinde gündelik yaşam içine kadar giren Modern Türk insanının yaratmak amacının neticesi olarak görmek yanlış olmasa gerek. Devlet daireleriyle başlayan değişim romanlara konu olacak hadiselerle Batı standartlarında yaşayış ve kişileri beraberinde oluşturmuştur (Deren, 2022, s. 386-387).

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinin getirdiği hızlı değişimin fay- dalı etkilerinin yanında oluşan yozlaşma meselesi, Tanzimat’tan bugüne garp ile şark arasında sıkışmış insanımız içindeki tipleri Refik Halit Karay gözlemleriyle romanlarında tanıklık edecek karakter olarak kayda almıştır. Roman karakterleri yenileşme sürecinden başlayarak kendisi olana yabancılaşan ve hiç ait olmadığı toplumların değerlerini de tam olarak benimseyemeyen farklı tiplerden oluşmaktadır. Refik Halit Karay’ın Bugünün Saraylısı romanında Ata Efendi ve Ayşen ile tipleriyle tam da bu noktaları okuyucuya anlatılır. Aslında anlatılan ne Ata Efendi’nin gizli aşkıdır ne de sürekli duyguları değişen Ayşen’dir. Roman, II. Meşrutiyet sonrasında değişen insan ve yaşama tarzı değişimidir. Refik Halit Karay bunu, Emma Bovary ile benzerlik gösteren bir genç kız Ayşen’i de kurguya dâhil ederek yansıtmaya gayret etmiştir.

Tanzimat edebiyatından bugüne bahsettiğimiz konu ve tipler üzerine örnek verilecek roman ve konularla bu sayıyı çoğaltmak mümkündür. Değişim, ne istediğine karar verememe, yetişme tarzı ile arzu ve istekleri arasında bocalama; ilk örneklerini Tanzimatla veren, Servet-i Fünun ile tam anlamıyla ele alınıp II. Meşrutiyet dönemi ile devam eden Türk romanındaki kadın tiplerinde çok etkili olmuştur. Bu özellikler, Dünya edebiyatında ilk olarak Gustave Flaubert’in Madam Bovary romanındaki Emma Bovary tipi ile okuyucunun karşısına çıkar.

Hayaller ve Hayatın Gerçekleri Arasındaki Emma ve Ayşen Batı edebiyatının ilk realist romanı olarak kabul edilen Madam Bovary, romantik kitaplar okuyarak duygu ve hayal dünyasını besleyen bir genç kız olan Emma Bovary karakterinin ger- çeklikten kopuk yaşamında bütün hayatının alt üst olmasını konu edinmiştir. Gustave Flaubert, roman kişisi Emma Bovary’in romanlarda okudukları üzerine hayal kurup hayatını kurgulaması ile gelişen olaylar üzerinden romantik edebiyatın eleştirisini yapmaktadır. Taşra burjuva yaşam biçiminin de eleştirildiği Emma Bovary tipi, okuduğu kitaplar üzerine adım adım yıkıma sürüklenirken öyküsünde kurduğu hayaller ve sonrasında uğradığı hayal kırıklıkları açısından roman- tik edebiyatın eleştirisinin yanında geniş anlamda değerlendirmelerin de yapıldığı görülmektedir, Gustave Flaubert, Emma Bovary roman karakterine maddi nesneler dünyasının hikâyesini de anlattırır. Roman olaylarıyla “gerçeği”, bilindik bayağılıklarıyla kabul eder görünse de insanların daha hakikatli somut olduğuna kanaat edilecek benzersiz bir deneyim yaşatır. Madam Bovary, yalnızca Gustave Flaubert’in “gerçekçiliği” yaşadığı akım içinde gelişimini böylece okuyucuya göstermiştir (Flaubert, 2013, s. 40). Madame Bovary, romanı tam olarak içinde yaşadığı toplumsal çevreyi de yansıtacak biçimde amacına uygun gerçeklik dersi alan Emma karakterini böylelikle yaratmıştır (Çıkla, 2002, s. 120). Madam Bovary’deki gerçeklik tesirinin Türk Edebiyatında Bo- varizme (Bovarizm) olarak adlandırılan benzer tiplerin tanımlanmasıyla oluştuğunu görmekteyiz. Yakup Kadri, Gustave Flaubert roman kişisi Emma Bovary’nin karakteri olarak tanımlanan Bovarizm’in Türk Edebiyatına tesirini Gustave Flaubert’in Madame Bovary romanındaki Emma tipin- de ne aradığını bilmeden değişik yansımalarla dolu bir kahramanda gönlünden geçenlerin içinde bocalayan kadın tipini işlediği görüşündedir. Bu nedenle Bovarizme yakalanmış olan Emma veya başka bir kadının hiçbir zaman mutlu olamayan ve sürekli her şeyden kaçmak isteyen tip olarak tanımlamıştır (Çelik Y. , 2019, s. 255-256).

Madam Bovary karakteri Emma Bovary ve Bugünün Saraylısı roman karakteri Ayşen’in ilk başta evliliklerinin oluşma sürecinde para ve ahlak ön planda tutulmuştur. Emma’nın babasının evlendireceği erkek hakkındaki söyledikleri bunun ilk örneği oluşturur. Rouault Baba için, Char- les fiziki anlamda umduğu damat değildir. Ancak yetişme tarzı ve huyunu beğenmektedir ve para tutup elinde her zaman varlığı olabilecek bir damat adayı olarak görür. Bunun yanında Rouault Baba’nın ekonomik durumu da ilk olayları tetikleyici bir diğer sebeplerdendir. Malının yirmi dört acre2 meblağa satılığa çıkarmış ve çiftlikteki ihtiyaçlardan kaynaklı para ihtiyacı bulunmaktadır. Bu süreçte kendisine masraf çıkarmayıp para da alabileceği en ideal damat olarak gördüğü Charles’a kızını isterse vereceğini söyler (Flubert, 1941, s. 34). Rouault’un, Emma’nın evliliğini çıkar ilişkisine dönüştürmesi, kızı Emma’nın yetişmesi için zaman ayıramayacağını düşünerek on üç yaşında rahibeler okuluna yazdırmış olması yaşamının yanlış şekillenmesindeki ilk sebeplerden birisidir. Rouault, kızının dini eğitim alarak yetişmesini istese de temelde ilgi vermeyeceği yatar. Emma gittiği dini okulda gizli gizli romantik romanlar okumaktadır. Bir süre sonra okuldaki rahibelere yakalanır ve çiftliğe geri dönmek zorunda kalır. Eve dönüş, Charles Bovary’le tanışması ve evliliğe giden süreci başlatır.

Rouault’un çiftliğine sık sık giden Charles Bovary, Emma’dan hoşlanmaktadır. Ancak eşi öle- ne kadar bunu açıkça ifade edemez. Emma’nın anneannesi ve babası Charles’ın ilgisini fark etmiştir. Charles Bovary, Emma tarafından aldatılmasının tam benzeri olmasa da gönlünü eşinden bir başka kadına kaptırarak ilk günahı işleyen olur. Charles Bovary, eşi vefat ettikten bir süre sonra çiftliği sıklıkla ziyaret etmeye başlar ve bir ziyaretinde evlilik fikrini Rouault’a açar. Ata Efendi’nin kendinden yaşça küçük Ayşen’e duyduğu hisler de aynılık göstermektedir. Hatta ken- dinden yaşça küçük bir kızın onunla evlenebilme ihtimaline psikolojik açıklamalar getirmek ister. Bir tarafta Yaşar Bey’in Ayşen’e cömertliği, bir diğer tarafta Emma Bovary’in babası Rouault’un kızını parasızlık ve borç nedeniyle zengin bir kocaya verme gayretidir. Emma Bovary ile Charles arasındaki yaş ve hayata bakış tıpkı bir uçurum gibidir. Bu uçurumlar babası tarafından dikkate alınmaz ve hiç dile getirilmez. Bu konuda Emma da masum değildir. Charles Bovary’le arala- rındaki farklılıkları görmezden gelir. Charles Bovary onun için çiftlikten kaçış biletidir. Yaşadığı ortamdan kurtulup şehrin ışıklı ve canlı ortamına gitmek istemektedir. Romanlarda ve dergilerde okuduğu şehirlerin aksine yaşadığı kasaba ve çiftliği kasvetli ve monoton görür. Hayal ettiği gibi hayatında hareketin bol olduğu, ışıklı şehir hayatına özlem duymaktadır. Rahibe okuluna gitti- ği dönemde okuduğu romantik romanların tesiriyle kurduğu hayallerin aksine aşk evliliği değil maddi ve heveslerini gerçekleştirecek mekân için evlilik düşünür. Charles ile evlilik fikrinden önce sohbetlerinde şehir hayatının hayalleri ve köy hayatını sevmediğinden hareketle evlilik fikri aklında en mantıklı fikir olur.

Bugünün Saraylısı’nda, Anadolu tüccarının kızının yetişme tarzı, hevesleri ve farklı bir yaşam içerisine giriş yapmak istemesi ve bu hayalleri, arzuları nedeniyle düşmüş olduğu hâller içinde bocalaması anlatılır. Tıpkı Emma gibi büyük şehirde yaşama özlemi içindedir. Düzce gibi küçük şehir hayatından çıkıp İstanbul’a gelmek isteyen Ayşen, hayalini kurduğu hayatı yaşamak ve lüks yaşam sunan şehirde yüksek sosyeteye geçiş yapmanın tek adresi büyük şehir yani İstanbul’dur. Kendinden yaşça çok büyük erkeler ile evlenmeyi bile göze alarak hayalindekileri yaşam için gözü hiçbir şeyi görmez. İstanbul ve Beyoğlu’nda yaşama hayaliyle babasının kendisini emanet ettiği Ata Efendi’ye yaklaşımı Ayşen’in kendi yaşında birini sevip sevmeyeceği şüphesine düşüre- rek duygusal bağa iter. Refik Halit Karay, bu olay örgüsü içinde Ayşen’in düşüncesine uygun bir senaryo ile yaş farkını hem anlatılanlarla hem de Ata Efendi’nin gözüyle normalleştirmiştir. Sev- gi, şöhret, mevki, güç ve para yaş farkı gibi engeli kaldırır (Karay, 2014, s. 119). Ata Efendi’nin, akraba kızı Ayşen’in bakımını üstlenmesi bundan dolayı paranın gelmesiyle ve gelişen olaylar hayatlarının değiştirmiştir. Karşılıklı isteklerin ve ihtiyaçların birbirine sağladığı adı konmamış çıkar ilişkisi örülür. Ayşen, babasının güvendiği Ata Efendi sayesinde İstanbul’a kavuşurken Ata Efendi ekonomik rahatlığa ermiş olur. Ancak, Ayşen İstanbul’a yerleştikten sonra hevesleriyle hareket edip giyim-kuşam ve eğlenceye olan düşkünlüğü, zenginleşen çevresi ve sosyeteye gir- mesi, her geçen gün ününü artırması hem Ata Efendi hem de tabii olarak sevdalılarını artırmıştır. Modern ve eğence hayatı içinde süs, gösteriş ve sadece maddi niteliklerle var olan Ayşen, ruhsal ve karakter olarak yozlaşır. Roman, özünden kopmuş bir kişilik olan Ayşen’i yavaş yavaş çöküşe doğru iten “Düzce’den Gelen Kız”, “Pavyona Giden Kız”, “Modern Hayat Saraylısı” ve “Bekleni- len Kadın” dört bölümden oluşmaktadır.

Ayşen, İstanbul’daki akrabalarının yanında İstanbul ile ilgili içinde büyüttüğü hayallerinin tesiriyle yıllardır bu şehirde yaşayan eğlence müdavimleri gibi çeşitli etkinliklere katılmaya iter. Sosyal hayatını değiştirmek istemesinde hayallerinin yanında Yaşar Bey’in kızına verdiği maddi desteğin bunda en büyük sebep olduğu şüphesizdir. Ancak, bu durum Ayşen’i daha çok maddiyat ve güç temelinde bir duygu içinde hayat kurmaya, yaşadığı hayattan daha çoğunu istemeye ve istekli hâle dönüştürür.

Ata Efendi’nin evine yerleştikten bir süre sonra Ayşen’in, babasının bir apartman dairesi kiralaması olayların seyrini hızlandıran ilk büyük adım olur. Ayşen, Ata Efendi ve Üftade Hanım ile birlikte apartman dairesine yerleşir. İstanbul sosyetesine karışırlar. Şatafatlı bir hayat içinde gösteriş, giyim kuşam ve lüks merakı içinde eğlence mekanlarında hayatlarını sürerken Ayşen’in yasak aşk serüvenleri başlar. Elçilik görevi bekleyen ve Ata Efendi gibi kendisinden yirmi yaş büyük olan Faruk Bey, Amerikan büyükelçiliğinde memur olan Mister Tomas, Ata Efendi’nin patronunun oğlu Rüştü, Ayşen’e âşık olmuştur. Faruk Senai Bey ve Amerikan büyükelçiliğinde memur olan Mister Tomas, Ayşen’le evlenmek isteklerini söylerler. Ayşen’in bu durumu Ata Efendi ve Üftade Hanım’la konuşması sonrası olay başka bir yönde değişir. Ata Efendi, Ayşen’i başkasına kaptırmamak için evlilik teklifinde bulunur. Teklifinin reddedilmesi ve sonrasında romanda Ayşen’in baş döndüren aşk trafiği daha da artar. Ayşen etrafında onu arzulayan her erkeğe bir evlilik umudu vermektedir. Gün geçtikçe ünü yayılıp artan Ayşen, hepsine evlenme vaadi veya umudunda bulunsa da hiçbiri ile evlenmek istememektedir. Hepsini bir şekilde oyalar ve idare eder. Aşık- larına umut ve vaat konusunda mahir olan Ayşen, nihayet Ruveyha Paşa’dan etkilenir ve onunla evlenmeye karar verir. Evlendikten sonra Mısır’a yerleşir. Evliliği tam hayal ettiği gibi bir saraylı yaşamıdır. Ancak bu kimlik ve yaşamdan sıkılmaya başlamıştır. İstanbul’u özler. Evli olmasına rağmen Rüştü’yle yazıştığı mektuplarda geri dönmeyi hatta evlilik planı yapar. Artık şatafatlı ha- yat, lüks, arzulanmak, beğenilmek, kimlik kazanmak ve güç mutluluk vermez. Hayalini kurduğu Mısır, her imkânı sunmasına rağmen hapishane veya sürgün yeri gibi gelir. Geçici mutluluklar duygusal boşluğunu doldurmaz. İstanbul’da yaşamayı, Ata Efendi ve Rüştü’nün koruyuculuğunda ve keyifle yaşadığı eski günlerine duyduğu özlem Mısır’da onu yok edici bir çark içinde sokar. Ayşen, Mısır’da bir kadının bütün heveslerin karşısında tüm aile bireylerinden ayrı ve kendisini seven insanlardan uzak diyarlarda yaşayınca ait olduğunu hissettiği kimlikten yoksun, duygusunu kaybeden bir kadının derin bir ruhsal çöküş örneğini yaşamaktadır.

İstanbul’a döneceğini bildiren mektuplar yazar. Ayşen’den gelen mektupları aldıktan sonra Rüştü ve Ata Efendi’nin umutları kısa sürer. Ayşen’in Ruveyha Paşa ile yurt dışına seyahate çıktığı ve bu mektupları kullandığı morfinin etkisiyle yazdığı öğrenilir. Mısır’dan dönen Faiz Bey ile görüşen Ata Efendi, Ayşen’in madde bağımlısı olduğu için tedavi gördüğü gerçeği öğrenir. Ruveyha Paşa, Ayşen’i tedavi ettirmek için yurt dışına götürmüştür. Ayşen’in başına gelenlerden derin üzüntü duyan Ata Efendi algı yetisini kaybeder ve bir arabanın çarpması sonucu ölür (Karay, 2014). Refik Halit Karay, ilk andan çıkar ilişkisi ile başlayan Ata Efendi ve Ayşen üzerinden para için yapılan evliliklerin sonunun büyük bir hüsranla bittiğini ibretlik ders olarak vermektedir.

Emma Bovary, Ayşen gibi yaşama dair ve içindeki hayallerini gerçekleştirmek için madde temelinde bir duygu inşa etmiştir. Emma Bovary, hayalinde kurduğu Paris ve lüks yaşam arzusu nedeniyle bir kasaba doktoru olan Charles ile evlenmiştir. Ancak, Emma, Charles’ın doktorluk unvanından gelen saygınlık ve güven beklentisinin karşısında, köylülüğü ve kasabaya özgü yaşama tarzı onda hayal kırıklığına dönüşmüştür. Romanda asıl kahramanın yaşadığı ilk ve temel trajedi de buradan kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan, Raşel Rakella Asal, Emma’yı romantik romanların tesirinden çıkmayan bir tip olarak görür. Romanlarda okudukları üzerine kişi ve olayları hayal ederek yaşayandır. Sosyeteye, aristokrasiye ve soylulara duyduğu yakın olma arzusu da buradan gelmektedir. Ancak, burjuva sınıfının nasıl yaşadığını bilmemektedir. Ama bu kesimle yaşamayı hayata karışmak olarak düşlemektedir. Bu düşlerle kendi yaşamı ve günlük hayatını düşler ve hayalleri için de buna umut bağlamaktadır. Emma, dolambaçlı ve olağanüstülüğü seçmiştir (Asal, 2017).

Emma, ömrünü köyde değil, renkli bir yaşama tarzı ve eğlencenin var olduğu büyük şehir- de yaşamayı arzulamaktadır. Hayallerindeki büyük şehirlerde istediği hayatı verecek ve o yaşa- ma tarzını sürdüren erkeklerle birlikte olmak istemektedir. Bu hedefleri doğrultusunda kurduğu ilişkilerde kendi kişiliğinden ve birey olmaktan uzaklaşmaktadır. Gösterişin özlem duyulan ya- şam tarzının peşinde giden Emma, hayallerinin gerçekleştirip mutlu olmanın aksine esiri olmaya doğru hayal kırıklıklarını peşinden sürükleyecektir sona adım adım ilerlemektedir. Emma böyle bir trajediye okuduğu eserlerin etkisiyle gelmiştir. Tıpkı okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle maceraya sürüklenen Don Kişot gibi, Emma da Paul et Virginie’yi okuduktan sonra dalmış olduğu hülyalarıyla sürüklenişine benzemektedir (Flubert, 1941, s. 42). Emma okuduğu kitapların etkisinden kalan ve uzun süre kendisini onun tesirinden kurtaramayan bir yaratılışa sahiptir. Okuduğu kiralık romanlardaki aşkları, yaşamları, insanları ve daha nice peşinden koştuğu kurguları yaşamak istediği hayaline dönüştürerek arzuların peşinden koşmaktadır. Saygın hisler beslediği roman hayatını özlemle bekleyen bir karaktere evrilir (Flubert, 1941, s. 43). Bu durum evlilik ve Paris’e taşındıktan sonraki hayatında da devam eder. Aşk romanlarındaki erkeği ve kocayı arayan Emma’yı kocası Charles’dan adım adım uzaklaştırır. Önce Leon’a daha sonra Rodolph’a gönlünü kaptırır. Her iki yasak aşk hem parasını hem hayal ettiği aşkı kaybettirir. İntihara sürüklenir. Ha- yalleri ve arzularının esiri olmasında manastırda baskı altında yetişmesinin de psikolojik bir alt yapı oluşturduğu düşünülebilir. Çünkü baskı altında okuduğu süreçte ışıltılı hayat ve genç bir kıza nefes aldıran romanların içindeki kurgu dünyası olur. Gerçek dünyadan kaçarak, kurgu dünyasına sığınan ve oradaki hayatların varlığını yaşamında gerçekleştirme peşinde koşmasının bir diğer etkenidir.

Ayşen tipi Meşrutiyet öncesi İstanbul’u, köşk ve konak hayatı çevresindeki karakterlere benzerliğiyle dikkatleri çeker. “Düzce’den gelen kız” olarak Ata Efendi ve ailesinin hayatına giren Ayşen ile toplumun değişen yeni yüzü olur. Bugünün Saraylısı, Tanzimat edebiyatı romanıyla başlayan köşk ve konak hayatı hayali içindeki gençlerin hayal ve arzularını Ayşen ile tekrar dikkatlere sunmuş olur. Yozlaşan ve şatafatlı hayat peşinde koşan Cumhuriyet öncesi gençliğinin bir benzerini yetişme tarzından uzaklaşmış, gösterişli bir hayatın ortasına doğru ilerlemekte olan Ayşen’de görmekteyiz. Bu bakımdan Madame Bovary romanındaki Emma Bovary ile Bugünün Saraylısı romanının kahramanı Ayşen arasında da pek çok benzerlikler bulunmaktadır. Emma’nın romantik eserler okuyarak hayallerinde yarattığı hayal dünyası Ayşen’de izlediği filmlerle oluşur.

Bugünün Saraylısı Ayşen, gerçek hayatın içerisinde bulunmak yerine hayatı filmlerden ibaret görür. Hayatını bu doğrultudaki istek ve arzularıyla doldurduğunu göstermekteyiz. Bu bakımdan ilişkilerinde ve aşk karşısındaki duruşunda da bu tavır, onu da Emma gibi yanlış kararlara ve sonunda mutsuz olacağı bir hayata sürüklemiştir. Bu tespitin ilk örneği Ayşen’i Haydarpaşa’ya karşılamaya giden Ata Efendi’nin taşralı genç bir kız karşısında yaşadığı şaşkınlıkla ortaya çıkar. Ata Efendi ve ailesi, Ayşen’in İstanbul’u ilk görünce şaşıracağı anı bekliyorken Ayşen’in her şeyi gayet sakin karşıladığını görürler.

Ata Efendi bu latif manzaranın Ayşen üzerinde yaptığı tesiri merak etti, baktı, hayrete düştü; gayet tabiye alıyor, küçüklüğünden beri İstanbul denizlerinde gezip dolaşmış biri gibi şaşmadan seyrediyordu. Halbuki ömründe ne vapur ne de projektör görmüştü. Kızar gibi oldu: “Güzel, değil mi? Beğendin mi?” diye sordu. Kız cevap verdi:

“Filmlerde görüyorduk bunları... Onlara benziyor.”
Sahi, sinema yapılalı şaşılacak ne kalmıştı?
” (Karay, 2014, s. 23).

Ayşen, hayatında ilk defa Düzce’den çıkmış birisi olarak bindiği vapuru ve boğazı sıklıkla günlük yaşamında kullanıyormuş gibi tabii karşılaması Ata Efendi’yi şaşırtır. Filmlerde gördüğüyle hareket ederek tıpkı yaşamışçasına İstanbul manzarasını deneyimlemiş ve hayatında tabii günlük rutinidir. Yazar, Ayşen’in yaşam ve hissiyatlarında sinemanın ne denli etkili olduğunun örneği üzerinden toplumda insanların gidip görmedikleri yerleri tabii görmesine bir örnek oluşturmaktadır (Karay, 2014, s. 23-24). Florya’ya indiklerinde sanki yıllarca oraları gezmişçesine aşina bir biçimde gezmesi, filmlerde gördüğü gibi olduğunu söylemesi (Karay, 2014, s. 50); gazinoya gittiklerinde kar yağarsa eğer kürkle karda gezinti isteği ve Vivien Leigh’in filmini örnek vererek kürk çıkarma sahnelerini aktarması genç kızın hayallerindeki film etkisini göstermektedir (Karay, 2014, s. 87). Ayşen, taşradan gelen bir genç kız olarak sosyete hayatına filmlerden gördüklerinden kaynaklı özendiği ortaya çıkar. Onun kürklere, mücevherlere olan ilgisi, şatafatlı ve eğlenceli yaşam isteği; restoran, pastane, büyük otel ve gazino gibi gösteriş mekanlara olan tutkusunun temelinde bu yatmaktadır (Karay, 2014, s. 88). Filmlerde gördüğü gibi sinemaya gitmeyi bir mekân olmanın ötesinde arzuladığı bir sınıf içinde olmak ve şatafatlı hayatını sergilediği gösteriş olarak görmektedir. Ayrıcalıklı olduğunu gösteren bir alışkanlık olarak da bunu sunar. “Hele Üfta- de ile Çetin’le birlikte Ayşen’in sinemaya gittiği geceler ... Melek sinemasında program değiştiği akşam locaları önceden kapatılıyordu; rivayetlerine göre o gece “gala” gecesi imiş; kadınlar takıp takıştırıp, elmaslar içinde pür tuvalet geliyorlarmış.” (Karay, 2014, s. 157-158). Romanın daha sonraki bölümlerinde de benzer şekilde Ayşen’in izlediği filmlerin etkisinde kaldığı benzer örnekler görülmektedir.

Ata Efendi ile Florya sahilinde plaja girdiği gün çırılçıplak kumsala uzanması sonrası daha çok arzu ettiği hayat açlığı olan bir Ayşen karşımıza çıkar. Ancak, Ata Efendi gibi eskiye bağlı biri için bu kabul edilir değildir. Ona cevaben nesil farkı ve dünya nimetlerinden nefsinin mahrum edilmemesi gerekliliğine vurgu yapmıştır (Karay, 2014, s. 50). Gelinen noktada insan psikolojisi gerçeğinin bir örneği heveslenen şeyin aslında mükafatı olmaktan çok kötülüğü olacağıdır.

İnkılâbın getirdikleri ve insanın kendini değiştirebilme örneğini Ayşen ve Ata Efendi’nin plaj olayı ile okuyucuya vermeye çalışan yazar, Ayşen’i taşradan gelen bir genç kız olarak her ne kadar heves, hayal, gösteriş ve şatafat peşinde olsa da aynı zamanda Avrupalı olma hevesinin de olduğuna vurgu yapar. Ayşen, İstanbullu gibi olmak ve onlara benzemek için plaj gibi bir mekânı tecrübe etmiştir. İstanbullu gibi olma arzusunun sebeplerinden birisi de annesinden duyduklarıdır.

İstanbullu olma isteğinin altında yatan amaç mevki sahibi olmak ve zengin bir eş bulmaktır. Erkeklerle çok rahat iletişim kurar ve genç kızlığın heveslerinin baskınlığı ile sergilediği davranışlar sonucunda birçok erkeğin aşk veya evlilik için pervane olduğu kişi konumuna gelir. Davranışlarıyla rekabet sayılacak kıskandırmaları sevmektedir. Sungur Paşazade, Faruk Senai, Rüştü Bey, Ayşen’e mektuplar yazarlar. Bu durum hoşuna gitmekle birlikte karşısındaki erkeğe rakiplerinin yazdıklarını okutmak veya ona ilgisini hissettirmek suretiyle zevk ve mutluluk duyduğu görülmektedir (Karay, 2014, s. 2008-2014). Ayşen, mektup yazan ve aşklarını ilan etmeye devam eden aşıklarının mektuplarını hiç okumadan çekmeceye atar. Ona mektup yazan erkeklerin mektuplarına arada bir cevap verir. Verdiği cevaplar, mektup sahiplerine zaman ve değer veren türden değildir. Bir iki cümleyi geçmez. Ata Efendi de mektuplardan haberdardır. Hatta, Ayşen hastalandığı dönemde mektupları ona okumak üzere çekmecesinden alır ve okur. Neler yazdıklarına birlikte bakarlar. Ata Efendi mektup okumaları sonrası Karacaoğlan’ın şu dizelerini okur:

Kasvetli gönlümün gamın eriten
Karanlık kalbimin çırası kızlar
” (Karay, 2014, s. 219).

Refik Halit Karay, Ata Efendi’nin Ayşen’e yazılan mektuplardan haberdar olduğu olay örgüsüne onun hakkında oynaş hâlini ve erkeklerle oynamak istemesinin temelinde yatan isteğin dışa vurumunu şöyle aktarır: 

Ayşen delikanlıyı göğsüne çekerek öpsün ha? [...] Aynı çamurdan bu yığın! Aynı maya, aynı hamur, aynı harç! Bütün kızlar ve kadınlardan ayrısı, gayrısı yokmuş Ayşen’in de meğerse ... Laf- mış azameti, kendisini ağır satması, el sürülmez tesiri yapması! Hatta bildiğim kızlardan da bile cüretkâr: Rüştü’ye saldıran o. Hem de hasbaya bakındı! Oğlanı, ağlama taklidi yaparak göğsüne çekiyor, öpüyor! Bildiğimiz şey, ayrıca, yoğurdu fazla! Seni gidi aşifte seni! Aşifte saraylı!” (Ka- ray, 2014, s. 212).

Emma karakteri, aşıkları ve yasak ilişkilerinde hayalinin arayışı vardır. Ayşen, erkeklerle oynamayı filmlerde gördüğü sosyetik kız refleksi olarak görmektedir. Emma, hüsranla biten, yarı yolda bırakılan erkekler ile etrafı örülüyken; Ayşen, aksine yarı yolda bıraktığı, terk ettiği erkek- lerle etrafı örülüdür. Her ikisinin erkeklerden beklentisi güç, şatafat, makam ve hayalleridir. Yasak aşklarla dolu ilişkidir.

Refik Halit Karay, Ayşen karakteri ile bir insan psikolojisi gerçeğine de dikkatleri çeker. Ayşen, Mısır’a gittikten bir süre sonra çok sevdiği ve heves ettiği sosyete camiası ve yaşantısından sıkılmıştır. Rüştü’ye yazdığı mektupta hayalini kurduğu şatafatlı ve lüks hayatı sele benzettiğini görmekteyiz. Yaşadığı hayatın içinde tıpkı selde boğulan insan gibidir. Boğulduğunu bilmekle birlikte ve gücünün yetmediği artık engel olamayıp sürüklenmektedir (Karay, 2014, s. 285-28).

Hayallerin Mekânı: Paris – Beyoğlu

Vladimir Nabokov Edebiyat Dersleri adlı eserinde Madam Bovary roman değerlendirmesinde insan oğluna biçim veren unsurları kalıtım, çevre ve bilinmeyen ‘X’ faktör olarak üçe ayırır. Ma- dam Bovary’deki Emma karakterinin içinde yaşadığı toplumsal çevre ve kişiye tesirini birbirini takip eden toplumsal koşullandırmaları temelinde gelişen aritmetiğin değil yazgısını konu edinmektedir. Çevre ve mekân ortamının sundukları ile gelişen olaylardır. Paris veya başka bir şehirde bunu sunabilecek yazgılarla doludur. (Nabokov, 2020, s. 191-195) Bugünün Saraylısı romanında yazgıların gerçekleştiği mekânların başında da İstanbul gelir. Beyoğlu, Bakırköy, Florya, Dolma- bahçe Sarayı, Sirkeci, Arnavutköy, Haydarpaşa Garı, Boğaziçi, Büyükdere, Ortaköy, Gedikpa- şa, Cağaloğlu, Ayşen’in Rüveyha Paşa ile evlenmek amacıyla gittiği Mısır; sosyal mekân olarak adlandırılan trikotaj atölyesi, Üstün Palas’taki apartman dairesi, havuzlu gazino, Ata Efendi’nin işyeri ve Gedikpaşa’daki evi, İsmail Bey’in köşkü, Park Otel’in ve Taksim Pavyonu, Düzduman Palas gibi gösteriş ve sosyete mekanlarıdır.

Romancının metinlerindeki anlatımında hadiselerin çevre ve mekânlarla olan uyumu olayların sahnelendiği yer olarak verilir. Olay ve mekân arasında sıkı bir münasebet ve çağrışımlar ilişkisi kurulmuştur (Aktaş, 2005, s. 127-128). Bu düşünceden hareketle Paris Emma’nın, İstanbul-Beyoğlu da Ayşen’in yaşamayı arzuladığı mekânlardır. Emma Paris’e Ayşen Beyoğlu’na bayılmaktadır.

Ayşen, İstanbul’a ilk geldiği gün Ata Efendi’nin kızı Feride’ye Beyoğlu’nun nerede olduğunu sorar. Neden Beyoğlu’nun nerde olduğunu merak etmesine verdiği cevap Ayşen’in lüks hayat merakı ortaya çıkarmakla kalmaz. Yaşar Bey zenginliği, Ayşen’in İstanbul ve Beyoğlu’nu sorma- sının altında yatan neden hakkında da bilgi verir. Öncelikle Beyoğlu’nu tercih etmesinin başında güzel apartmanların orada olması ve kibar zenginlerin orada yaşamasıdır (Karay, 2014, s. 37-38). Beyoğlu, taşradan gelen Ayşen için güzel kıyafetli kadınlar, çeşit çeşit kürkçü dükkânları, elbise ve ayakkabı vitrinler, yüksek yüksek binalar ile Taksim Meydanı hayranlıkla hayalini kurduğu mekanlardır. Refik Halit Karay, Türk toplumunun şehirde yaşama isteğini ve lüks olarak görülen apartmanda ikamet etmeye bakışı Ayşen’in Üstün Palas Apartmanı’na taşınma arzusundan hare- ketle romanda ele almıştır. (Karay, 2014, s. 86) Ayşen gibi düşünen ve apartman dairesinde yaşa- mayı modernleşmenin veya sınıfsal olarak üstün olmanın göstergesi olarak görülmesine değinir. “İmkân nispetinde bunu tadı göstermeye gayret ediyor, göz ucuyla da kocasına bakıyor. Çetin bile işi anlamış, yeni gelen Ayşen Abla’nın Beyoğlu’nda apartmanı olacak; apartman olunca otomobil de alır; spor otomobil alsın. Beraber gezerler, şoförlük de öğrenirler.” (Karay, 2014, s. 36).

Beyoğlu ayrıca Ayşen gibi harp neticesinde zenginliği yakalamış, Anadolu’nun farklı şehirlerinden gelen zengin aile gençleriyle doludur. İzmir, Mersin, Adana gibi çoğunluğu harp tüccarlarının çocuklarından oluşan zengin kız ve erkekler caddelerde boy göstermektedir. Çantalarında sınırsız parayla şımarık bir hayat sürdükleri aktarılır (Karay, 2014, s. 126-127). Ayşen karakteri üzerinden devrin Anadolu’dan gelmiş varlıklı aile çocuğu olan gençlerin İstanbul ve Beyoğlu yaşamını da günümüze taşımıştır.

Ayşen’in İstanbul’a gelmeden önceki arzuları ve şehir özlemi Emma’da da vardır. Yaşadığı çiftlikten ve monoton kasaba hayatından sıkılmaktadır. Charles’la evlenmeden önce nasıl bir yer- de yaşamak istediğine dair bol ışıklı şehir hayatının özlemini çekmekte ve hayal kurarak ondan bahsetmektedir. Emma’nın yıllardır okuduğu kitapların etkisiyle oluşan Paris’te yaşama hayalidir (Flubert, 1941, s. 57). Ancak, Emma ve Ayşen’in hayallerini süsleyen şehre geldiklerindeki tepki- leri aynı olmaz. Emma hayranı olduğu ve yaşamak istediği şehri ilk gördüğünde çok heyecanlanır. Emma, romanlarda okuduğu şehri, mekanları hayal ederken; Ayşen, izlemiş olduğu filmlerdeki İstanbul ve Beyoğlu’nu film kamerasının yerine geçerek gezmiş ve görmüş gibi doğal davranır. Filmlerin ve kitapların insan üzerinde oluşturduğu etki ve çağrışımın farkı ortaya çıkmaktadır. Emma’nın Paris hakkındaki hayali şehri gezerek tanımak oluşu Ayşen’e göre daha sanatsal dur- maktadır. Çünkü Emma, şehrin haritasını incelerken kurduğu hayallerinde cadde, sokak ve evleri- ni parmaklarını üzerinde durdurarak merakla gezdirmektedir (Flubert, 1941, s. 57). Ayşen, İstanbul ve Beyoğlu’nu filmlerde görmüş ve biran evvel oraları canlı görüp yaşama heyecanı içindedir. İlk gördüğündeki heyecan yaşamak istediği hayatın içinde olmaktır.

Emma, Paris konusu açıldığında şehrin fiziki tanımlamasını yaparken okyanustan büyük görerek düşüncesinde verdiği öneminin büyüklüğünü sergiler. O okyanusa girdiğinde etrafını gümüş ve altınların saracağı beklentisi ile yaşamaktadır (Flubert, 1941, s. 57). Emma’nın Paris için yüksek ihtirasları varken; Ayşen’in Beyoğlu’ndan beklentisini yazar Feride karakterinin gözünden anlatmıştır. Ayşen için Beyoğlu hayranlık duyduğu, süsü ve şatafatı yaşayacağı imkanları sunan yerdir. İzlemiş olduğu filmlerdeki Beyoğlu’nu hayal edip biran evvel gördüklerini yaşama arzusu vardır (Karay, 2014, s. 42).

Ayşen’in İstanbul ve sosyete hayatına hızlıca alışmasında filmlerin ve okuduğu kitapların ya- nında İstanbul terbiyesi ve yaşamıyla yetişmiş annesinin büyük etkisi vardır. Bu nedenle İstanbul hayatı ve sosyete ile münasebete geçen Ayşen değişikliklere hemen uyum sağlar. Ayşen’in İstanbul ve Beyoğlu beklentisi sosyete yaşantısı ve lüks harcamadır. Ayşen ve Emma’nın lüks yaşama isteği aynı olmakla birlikte sevdikleri şehirden beklentileri farklıdır. Ayşen, İstanbul ve Beyoğlu sosyetesi içinde zengin ve konumu iyi olan bir erkek ararken; Emma yaşayıp ve ölmek istediği Paris’te imkânı verecek bir erkeğin bu şehirde olması öne çıkar (Flubert, 1941, s. 58).

Bugünün Saraylısı romanında gelişmeler okuyucuya bir düzen içerisinde aktarılırken kırılmalar içinde serpiştirilmiştir. Ayşen’in İstanbul’a gelişi ve sosyete hayatına geçişi istediği sınıfsal değişimi verir ama aynı zamanda mekân ile beraber macerasında mutsuzluğu da beraberinde getirir (Çelik M. , 2013, s. 79). Madame Bovary’de de mekân değişimi Emma’nın hayalleri ve arzuladığı şehir ile gerçek hayat arasında oluşan uçurumu dikkatlere sunar. Kasaba ile şehir arasındaki fayton yolculukları hayallerindeki değişimin bir örneği olur. Yonville kasabası ve Rouen şehri arasında gidiş gelişleri sembolik olarak Emma’nın aşk ve ölüm arasındaki gelgitleridir. Gerçekleşmeyen mutlulukların hayali bu seyahatlerde oluşur ve anlam kazanır. Flaubert, gerçek ile hayal mekân arasındaki bağı kurarak, seyahat eden ve mekânlar arasında Emma’nın ruh halini çözümler (Asal, 2017). Emma, arzuladığı mekâna ulaşmayı daha çok hayal boyutunda yaşar. Sadece maddi güçle elde edebileceğini düşündüğü Paris sosyetesi özentisiyle yaşar. Moda dergilerinde gördükleri ve romanlarda okudukları üzerinden hayalinde bir Paris kurgulayan Emma, bütün bunları gerçekleş- tirmenin yolu yine Paris’te yaşayan yüksek sosyete ve paralı erkeklerle mümkün olacağı düşünce- sindedir. Bu anlamda Ayşen’in, İstanbul hayali babasından gelen zenginlik ve imkanlarla gerçek olurken erkek arayışındaki tutumu doyumsuzluklarla doludur. Ayşen’in oturmak istediği yer Beyoğlu’dur. Beyoğlu’nu çok merak etmekte ve ona göre İstanbul’un her şeyi bu semttedir. Burada kendini gerçek İstanbullu gibi hisseder. İstanbul’u yaşamak için Beyoğlu’nda hayattan zevk almak demektir. Bu hayalini baba parasıyla da gerçekleştirebilmiştir. Emma, Paris’te tutunmak isterken; Ayşen, sevdiği şehrin çeşitli zevklerini, yaşamak istediği apartman dairesinin şekline kadar plan yapacak imkâna sahiptir (Karay, 2014, s. 37). Emma, kocası Charles’da bulamadığını da Paris içinde aramaktadır. Paris onun için hayallerini kurduğu her şeyi bünyesinde barındıran mucizelerle doludur. Ayşen için İstanbul ve Beyoğlu vazgeçilmez değildir. Mısır’a gittikten ve şatafatlı hayattan sıkıldıktan sonra İstanbul ve Beyoğlu özlemi tekrar başlar. Bu özlem, İstanbul ve Beyoğlu’ndaki eski mutlu günlerdir.

Refik Halit Karay, mekân ile gelen değişimi de verir. İnsanın mekânın sunduğu imkanlarla ne denli değiştiğine örnek olaylar sunar. Beyoğlu’nun sunduğu hayat içinde imkanlarını düşüncesizce kullanan Ayşen’in, bol eğlence ve harcama sonucunda yüksek ödeme yaparak hızlı bir değişime sokmuştur. Romanda değişim sadece Ayşen’le sınırlı kalmaz. Karşılıklı bir değişim hem insanda hem de İstanbul’da görülür. Romancı bu değişimi sadece İstanbul değil insanlar içinde geçerli olacak kapsamda ele alırken birlikte verir. Refik Halit Karay Ayşen, İstanbul ve Beyoğlu ile ilgili olumsuz değişimi Ata Bey’in ağzından okuyucu verir. Ata Efendi’ye göre Beyoğlu kapalı ve buhranlı havanın hâkim olduğu bir yerdir. İstanbul’un eski hâlini bilen Ata Efendi, bu değişimin başında da Beyoğlu gelmekte olduğunu aktarır. Ona göre Beyoğlu ve insan değişmiş ve kirlenmiştir (Karay, 2014, s. 43).

Beyoğlu eğlencenin ve sosyetenin yaşam merkezidir. Ayşen’i buraya çeken etkenlerin başında da bu özelliği öne çıkmaktadır. Ayrıca Ayşen sarışınlığı ile dikkatleri çekmiş Beyoğlu’nda bir üne kavuşturan şehirdir. “Beyoğlu’nda Ayşen’e bir lakap taktıklarını söylemişti; kendisinden bahse- derken “Sarı Kız” diyorlarmış. Öyle sükse yapıyor, kadın, erkek herkes kızı öyle beğeniyormuş ki!” (Karay, 2014, s. 87). “Sarı kız” olarak sosyete ve işyerleri sahiplerince bilinir. Ayrıca araba sefası ve aşıklarla gezinti yeri olarak Taksim, Ortaköy, Şişli, Maslak, Tarabya’da gazinosu otomobil seyahatiyle birlikte verilir. Lüks otomobil, yüksek sosyete ve tercih edilen gözde mekanlar genç ve zenginlerin vazgeçilmezleri olarak aktarılır (Karay, 2014, s. 228-230).

Bugünün Saraylısı romanında mekanlarda Ayşen’in ruh hâline uygun seçilmiştir. Mekanla- rında sembolize edildiği görülmektedir. Sosyeteye hizmet eden sembolize mekanlar Beyoğlu ve civarındaki mekanlardan oluşur. Taksim Gazinosu sınıf atlamak ve sadece yüksek zümreye girmiş olanların gitmiş olduğu yerdir. Bu mekanlar gidenlere kendisini farklı da hissettirmektedir (Karay, 2014, s. 93). Ayşen’in sıklıkla gittiği Park Pastanesidir. Adeta bu pastanenin müdavimi olur (Karay, 2014, s. 306). Bu mekanlar Ayşen ve neslini özel hissettiren ve belli bir sınıftan olduklarını gösteren kimliğin tamamlayıcısıdır.

Emma’nın Paris’i ve Ayşen’in İstanbul’u gibi büyük kentler genç kız veya erkelerin hayalindeki yaşamı sunmakla kalmayan yerlerdir. Bu iki şehir, karakterlerin taşradaki değerlerinin üzerini kapatabileceği imkanları sunar, düşlediklerini verir ve modernite hayatın cazibesi içine çeken olarak karşımıza çıkmaktadır. Emma ve Ayşen karakterleri yaşamak istedikleri ve hayalle- rini gerçekleştirecekleri şehrin canlı birer tasviri olurlar. Her iki şehir bazen kitap, bazen film veya farklı iletişim imkânlarıyla heves ve hayallerinin peşinden gidecek yozlaşmış gençliğe zemin olur. 

Aşk Eksenin İki Kadın: Emma Bovary ve Ayşen

Bugünün Saraylısı ve Madame Bovary romanlarındaki Ayşen ve Emma karşılaştırmasında romandaki anlatıcının konumu ve kurguda sunduğu olay dizileri de önemlidir. Madame Bovary’da Emma’nın düşünceleri en ince ayrıntılarına kadar dikkatlere sunulurken; Bugünün Saraylısı’nda Ayşen, daha çok Ata Efendi ve çevresindeki görünümüyle anlatılır. Bu bakımdan Ayşen hakkında okuyucu biraz da sezgileriyle onu yorumlamak durumunda kalır. Her iki kahramanın aşk karşısındaki duruşlarını ne istediğini bilmeden sürekli değişen hevesler ve hayatlarındaki erkekler ile tayin ederler. Emma, roman boyunca sürekli aşk arayışındadır. Doktor olduğu için ve kasabadan uzaklaşabilmek amacıyla evlendiği Charles Bovary’in yaşam tarzı, görgü ve toplumsal seviye bakımından kendini geliştirememiş olması arayışın bir başka sebebi olur. Emma’nın hayalindeki erkek beklentisi karşısında silik karakter özelliklerini taşır. Bu bakımdan Emma’nın beklentile- rinin çok uzağında yer alması yasak aşkların bir başka sebebi olarak verilir. Emma Bovary, okuduğu romanların da etkisiyle aşkı, kendi yuvasının dışında arar. Bütün bunlar onu yasak ilişkiye, yalancı olmaya, toplumun davranış değerlerine uymayan bir karaktere dönüştürmüştür. Anthony Giddens’in Modernliğin Sonuçları adlı eserinde Güvenlik ve Kişisel Kimlik Modern başlığıyla verdiği tanımlama Ayşen ve Emma karakterinin aşk ve güç arayışının altındaki psikolojik neden- lere açıklık getirmektedir. Hayatın getirisi soyut bir sistemin her iki karaktere kişilik dışı ilkeler ve biraz tanıdıkları veya hiç tanımadıkları insanlara duydukları güvenle toplumsal bir varoluş çabasının temelde yatan sebep olduğu ayrıca irdelenecek husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Emma ve Ayşen karakterleri güvenilecek birini bulmaya birden çok kişiyi deneyimlemeye itmesinin altında da psikolojik gereksinimin olduğu görülmektedir (Giddens, 2021, s. 119-123).

Ayşen, sürekli değişim ve ruhsal tatminsizlik bakımından Emma ile benzerlik göstermesine karşın kader bakımından ondan ayrılır. Ayşen’in çevresinde zengin olan Rüştü, Faruk Bey ve Ruveyha Paşa vardır. Ona aşıktırlar ve çok istemektedirler. Ayşen ise hiçbirine gerçek anlama- da âşık olmaz. Daha çok onlardan nasıl faydalanabileceği hesapları içerisinde gelişen çıkar ve beklentisine aşk demiştir. Tıpkı Emma Bovary’nin Charles ile evlenme nedeninde olduğu gibi kendisine daha iyi bir hayat sunacağını düşündüğü Mısırlı Ruveyha Paşa ile evlenmeye karar vermiştir. Gerçekte hayal ettiği ve beklentisinin mutlu bir evlilik olmadığı maceraya atılmıştır. Ayşen kendi itiraf etmemesine karşın bunu Ata Efendi’nin anlatımlarından okuyucuya çıkarımlar verilir. Ata Efendi, Ayşen’in zevk sefa düşkünlüğünün kendi seçimi olduğunu ifade eder. Ayşen’in, koca ideali geliri normal olsun ve eşine düşkün olmasını adın tipinin tam zıttı bir karakterdir. Modern yaşam ve parasal imkanlar büyük şehre gelen bir kızın hayallerini gerçekleştirirken ideal bir kadın olmak gibi düşünceden uzaklaştırmıştır. Ahlaksızlığa iten temel etken olarak modern büyük şehirlerin imkanlarını arzulayan ve hayal etmeye sebep olan etmenler de sorumlu gösterilir. Emma da benzer duygular içindedir. Lüks yaşam, elbiseler, takılar içinde büyük bir şehirde hayatın tadını çıkarmak ister. Romanları okuduktan sonra ilk kurduğu hayallerinde sevdiği adam ile evlenerek yapmak istediklerini sıralayan Emma’nın hayattan ve Paris’ten beklentilerinde görmekteyiz. “Güneş batarken koylar kenarında limon ağaçlarının rayihası koklanır; sonra akşam, villaların taraçalarında, kadın erkek baş başa, birinin parmakları ötekinin parmaklarına dolaşmış, yıldız- lara bakarak, gelecek günler için hülyalar kurulur!” (Flubert, 1941, s. 46). Emma’nın Paris şehri, balolarıyla meşhurdur. Gitmiş olduğu baloda romanlardaki hayallerini kurduğu Vicomte benzeyen erkekle dans etme ve onunla aşk yaşama umudu taşımaktadır. Ayşen, hangi şehirde olduğu fark etmeksizin mevki ve güç sahibi olan erkek seçimi yapar. Her iki karakterin ortak noktası, aşk yaşadıkları erkeklerde yaşamak istedikleri şehir yaşamı içinden gelen erkek tipidir. Bir diğer fark aradıkları erkeklerin fikrini Emma, okumuş olduğu romanlardaki erkeklerde ararken; Ayşen, filmler ve Zonguldak’ta bulunduğu süreçte anne ve bakıcısından aldığı öğütlerin doğrultusunda erkek seçimi yapar.

Emma, Ayşen’e göre romantik olmasından dolayı kendi dünyasındaki eğlence ve zevkleri duygulu olarak öne çıkartılır. Ancak her iki karakterde erkeklerin kendilerine duyulan ilginin temelinde güzellikleri ile sınırlı olduğunu anlayamazlar. Onlara olan bakışı göremezler. Çünkü, girdikleri ortamda ilgi görmeleri erkeklerin bakışlarındaki gerçekçi yaklaşım ve tepkileri görmeyi engellemektedir. “Sana bir şey söyleyeyim mi? İstanbul’da biraz kalsın, milyoner koca bulur bu Ayşen! Sokakta, sinemada, otobüste bakmayan kalmadı. Nasıl koruyacağımı bilemedim. Taksim Meydanı’ndaki heykelin önünde şöyle, kırk beşlik kibar bir adama rastladık; peşimiz sıra döndü, dolaştı.” (Karay, 2014, s. 45). Her iki karakterde başlarda bu durmadan gayet memnundur. Ancak, bu körlük gerçekler ortaya çıktıkça geri dönülmez bir sona doğru itmiştir.

Emma iffetli olmayı, Paris’te yaşamak için gösterdiği çabaları fedakârlık olarak görür. Bu fedakarlığın bedeli olarak yasak aşkı yaşar. Ayşen, fedakârlık edecek imkansızlıklar içinde değildir. Onun kötü duruma düşme nedenini Refik Halit Karay, yanlış Batılılaşmanın getirdiği olumsuzluklar ve sosyete ortamında tanımış olduğu kişilerin sebep olmasına bağlamaktadır. Yeni tanıştığı veya yabancı erkekleri iyi tanımadan onlar ile iletişime geçerek morfin gibi kötü alışkanlıklara tutulmasının nedenlerinden birisidir. Bu olay bizlere Hüseyin Rahmi Gürpınar ve yaşadığı dönem içinde Avrupalı kadın ve erkekleri batı medeniyetini temsil eden eğitimli olarak görüp hepsini iyi huylu, akıllı insanlar olarak kabul etme yanlışlığımıza dikkatleri çektiği romanındaki olaylara benzemektedir. Benzer örneğini Madame Bovary’de de Leon’un kurgulu olarak Emma’nın romantik hayallerini paylaşarak üzerinde olumlu intiba bırakması ve Rodolphe’in centilmen görünümünün ardında iradesiz, bencil, şehvani ve onunla heveskâr olmaktan öteye geçmeyen zaman geçirme isteği olan ama eğitimli tiplerle karşılaşması sonrası yaşadıklarıyla düşmüş olduğu durumu Gustave Flaubert’in de işlediğini görmekteyiz.

Her iki karakter Emma ve Ayşen soylu, sosyete yaşantı meralısıdır. Emma’nın, Marki ile dans etmesinde veya diğer bir soylu Vikont’un onu dansa kaldırdığı zamanki hislerinin altında yatan sebep de budur. Ayşen’in de makamlı ve sosyeteden Amerikalı Mister Thomas, Ata Efendi’nin patronunun oğlu Rüştü Bey ve yaşlı elçi Faruk Senai Bey gibi öne çıkan roman isimleriyle sık sık görüşmesinin altındaki sebep budur. Her iki kadında erkelerle kimlik elde etmeye çalışır. Ancak Emma’yı Rodolphe ve Leon’un yarı yolda bırakması gibi Ayşen’e ilgi duyan Thomas ve Faruk Senai Bey de yurt dışına giderler. 

Ayşen, Mısırlı Ruveyha Paşa ile tanışır. Ruveyha Paşa’nın makamı ve maddi gücü Ayşen’i, Rüştü Bey ile nişan hazırlıkları yaptığı bir sırada Ruveyha Paşa’yla kaçarak evlenmeye giden sürece iter. Ayşen, Ruveyha Paşa’yla Mısır’da sosyete hayatına atılır. Emma’nın da Charles ile evlenme isteğinin nedeni Paris’te hayallerini ve ihtiraslarını gerçekleştirme imkânını onunla gerçekleştireceğine inanıp umut bağlamasıdır.

Emma ve Ayşen’in ününü artıran ortak yönlerinden biri de sevdalıları olmuştur. İki karakterin en belirgin farkı erkekler hakkındaki romantik hayalleridir. Ayşen, hayallerinde aradığı kişideki romantik erkek olmaktan çok makam ve güçtür. Emma, her dönem yapmış olduklarının da sebebi olarak sığındığı romantik hayallerinin peşinden gitmesi olarak görür. Her iki karakterin de ihtiraslar vardır. Ayşen ve Emma’nın duygu ve ihtirasları hayatlarında onlarla özdeşleşmiştir. Artık yaşam amacı hâline gelmiş olan romantiklerin roman anlayışındaki amaç karakterlerin de belirgin özelliği olur. Çünkü Romantizm de amaç tecrübe gibi görülenin aslında kendisidir. İnsan ne kadar kabul etmese de duygu ve ihtiraslarını da bir tecrübe ile kazanır (Çetişli, 1999, s. 61).

Emma hayallerini, arzularını ve Paris’te yaşamak istediği yaşamı Charles’ın gerçekleştirmeyeceğine karar verir ve romanlarda okuduğu, yıllarca kurduğu hayaline kavuşturacak yeni fırsat olarak gördüğü soylu erkeklere yönelir. Ayşen gibi gerçekleşen hayali yeni hayallere yöneliş ile tamamlamak istemektedir. Ayşen’den farklı olarak etrafındaki mutlu kadınlara bakarak yeni hedefini belirlemiştir. Bir sonraki hedefi gözlemlemiş olduğu kadın gibi mutlu olmaktır. Her iki karakterdeki bir diğer ortak yan daima bir tatminsizlik duygusudur. Ayşen’in tatminsizliği Rüştü Bey’i nişanlıyken terk edip Mısırlı Ruveyha Paşa ile evlenip bağımlı hâle geldiği bir son ile yalnız kalır. Çok istediği ve onun uğruna Mısır’ gitti sosyete ve lüks yaşam arzusu onu artık yormaktadır.

Ayşen ve Emma, yasak aşk ve başka arzulara yelken açmayı onları seven erkeklerin hayalleri olanı vermemesi olarak görmektedir. Emma, Charles’ı hayallerini gerçekleştiremeyeceğini düşündüğü için, çiftlik sahibi Mösyö Rodolphe Boulanger ile aldatır. Hatta bundan dolayı bu aldatılmayı Charles’ın hak ettiğine inanır. Yasak aşkından bahanesine dayanarak zevk aldığını görmekteyiz. Ayşen’in de Ata Efendi’yi kıskandırması, Rüştü Bey’i aldatması temelinde hep bir gerekçe vardır. Ayşen, âşıklarından gelen mektupları dikkate almazken, Emma, âşığına mektup- larında romantik aşk hikâyelerini taklit ederek yazar. Her ikisi de âşıklarına değer vermez ciddiye almaz veya içten değildir. Emma ve Ayşen için bir sevgiliye sahip olmak veya sevmek kelimeleri arasında fark görmezler.

Ancak iki kahramanın sonları da birbirinden farklıdır. Arzuladığı hayat tarzına ulaşmadıkları için sürekli borçlanan, böylece ruhsal çöküntü ve borç batağına giren Emma intihara sürüklenirken, Ayşen mutlu olamadığı bir hayatı yaşar. Her iki yazar, yasak aşkın geçici ihtiras ve heyecanının bağımlığına ve özentili yanına da dikkatleri çeker. Emma’nın Rodolphe ile birlikte kaçma planları ve hayatındaki bu üçüncü hayal kırıklığı ile biten sonun temelinde de bu yatmaktadır. Emma ve Ayşen, yaşadıkları olumsuzluklar ve her şeye rağmen eski sevgilileriyle biriktirdiği hatıralara kar- şı değer vermeyen ve tepkileri duygusuzdur. Her iki karakter de ihanet ettikleri ve kandırdıkları konuda acı çekmiştir. Melankolik ve kötümser ruh hâli Emma’da intihar etme düşüncesini getirirken; Ayşen’de arkasında bıraktığı âşıklarına bulunduğu mutsuzlukları ve ruh hâlini anlatarak rahatlama olarak görülür. Bulunmak istedikleri şehir ve ortamda da huzur bulmamışlardır.

Emma ve Ayşen’e yaşadıkları şehir ve çevrelerinde dedikoduları çıkartılmış veya isim takılmıştır. Ayşen, “Sarı Kız” adı ile anılırken aynı zamanda eğlence düşkünü ve sevdiği erkeği daha güçlü ve zengin birine terk edebilen kadın konumundadır. Emma, bu konuda daha kötü durumdadır. Yonville’de ahlaki çöküntü durumunda kadın olarak dedikodusu çıkar. “Daha o akşam Yonville’de bunu duymayan kalmamıştı; belediye reisinin karısı Madam Tuvache, hizmetçisine, “Madam Bovary’nin kendini lekelemekte olduğunu” söyledi” (Flubert, 1941, s. 82). Ayşen ve Emma’nın para ve hayata karşı istekleri, doyumsuz yaşamı ve açgözlülükleri herkesçe bilinir olmuştur. Ayşen’nin Mısırlı Ruveyha Paşa ile olan ilişkisi ve “Emma’nın aç gözlülüğünü ve doyumsuzluğunu körükleyen Lheureux, kredili alışveriş ve yapay isteklerin öne çıkmasıyla, XX. yüzyılın tüketim toplumunun habercisidir adeta.” (Ozanam; 1989:99) (Kaba, 2013, s. 64). Ancak her iki kahramanın da bu duygu ve isteklerini körükleyen ve suçlusu her zaman erkekler olarak görürler.

Emma ve Ayşen’in hazin sona giderken yaşamış olduğu pişmanlıklar yine yasak aşkları ile telafi ve tedavi etmeye çalıştığını görmekteyiz. Örneğin, Emma, Leon’un ilgisine karşılık vermezken Leon’un kasabadan ayrıldıktan sonra yasak aşkını kaybetmenin pişmanlığını duyar. Bu pişmanlığını eşinin hastası uşağın efendisi olan soylu ve zengin Radolphe’a hemen gönlünü kaptırır. Tıpkı Ayşen’in, Ata Efendi, Rüştü Bey ve yabancı aşığı arasındaki ilişkinin benzer yanı Emma’da görülür.

Ayşen ve Emma, yasak aşklarının özellikleri de birbirine çok benzer. Güvenilmez, gönül eğlendiren, göründüğü gibi olmayan ve ilk fırsatta başka heveslere kapılacak yapıda olmalarıdır. Emma’nın geniş arazilere sahip, muhteşem bir şatoda yaşayan Radolphe bağlılığını ifade ettikten bir süre sonra kendini teslim eder ve kaçmaya karar verirler. Ancak bir süre sonra Radolphe bunu yapamayacağını ve Emma’ya bakışını gösteren gerçekleri ortaya koyan bir mektupla yüzüne dahi söyleyemediklerini sıralar. Annelik duygusunu hiçe sayarak geride bıraktıklarını değersiz hissettirecek bırakıp girmeye kalktığı adam onu yarı yolda bırakmıştır. Emma üzüntüsünden yataklara düşer. Karısını her şeyden çok seven Charles, onu iyileştirmek için her yolu dener. Ata Efendi’nin Ayşen’i düştüğü durumdan kurtarmak için yollara düşmesi ve bu uğurda kahırlar çekmesiyle aynı fedakârlık durumu ortaya çıkar.

Emma, yasak aşklarını yine başka bir yasak aşkla tedavi ederken Ayşen, durulma evresine doğru yol almıştır. Ayşen’i madde bağımlısı yapan hevesi ve arzuları, Emma’yı yataktan kalkar kalmaz yasak aşk serüvenindeki yeni aşkı Leon ile sona doğru yol aldırır. Tuhaflık yanlış ve yasak olanı Emma da daha önceki pişmanlığının farkında olmasına rağmen yasak ilişkiye arzulamaktadır. Leon’un karakteri de buna zemin hazırlamıştır. Kadın ruhundan anlayan sanatçı ruhlu bir erkektir. Leon ile rahat görüşebilmek için otel odalarında devam eden yasak aşk ve tüm zevkler onu borç batağına iter. Borçlarını ödeyemedikçe yeni senetlerle uzatılır. Emma Bovary sadık ve seven kocasını, çocuğunu ihanetin pençesinde kendisiyle beraber uçuruma itmektedir. Ayşen benzer bir durumda sosyete partileri, aşkları ve madde bağımlılığının pençesinde kıvranır. Emma, daha önce onu yarı yolda bırakan yasak aşkı Radolphe’a para istemek için gider ama hayır cevabını alır. Emma, bu durumunun ortaya çıkacağı korkusuyla arsenik ile intihar ederek ölür. Ayşen de madde bağımlılığı ve parasal olarak düştüğü durumlar karşısında tıpkı Emma gibi eski âşıklarına başvurur. Ancak sonları acılı ve kahredici olmakla birlikte aynı bitmez. Ayşen kendi sonunu yaşayarak öderken Emma canıyla ödemiştir. Emma, eşini aldatarak, âşık olduğu erkeklere güvenmekle yapmış olduğu yanlışı yaşamına mâl olan bir sonla cezalandırılır.

Ayşen, Rüştü’ye yazdığı mektuplarda İstanbul’a dönmeyi istediğinden bahseder. Bir süre sonra Ayşen’in Rüştü’yle evlenme planından bahsettiği bu mektuplarını uyuşturucunun etkisiyle yazdığı, kocası tarafından istirahat etmesi ve sağlığına tekrar kavuşması için uzun bir seyahate çıkarıldığı anlaşılır. Bu durum Ata Efendi ve Rüştü’de büyük bir yıkıma neden olur. Bu yıkım Ayşen’in yaptıklarını yaşayacağı yalnızlık son olarak geri döner. Ayşen’in cezasını bir nevi Ata Efendi çeker ve ölümüne sebep olur.

Madam Bovary ve Bugünün Saraylısı romanlarında romantik hayaller, arzular ve hevesleriyle hareket eden bir kadının nasıl bir felakete sürüklendiğini görmekteyiz. Ayşen’in yozlaşan karakteri, bireysel arzuları, çıkarcı bakış açısı ve heveskâr hayalleri büyük bir sorunun bütünü olur. Fran- sız diline Emma’nın karakteri ile gelen Bovarizme tipi kadının yaşayışı Ayşen karakteri ile Türk Edebiyatında psikolojik, sosyal ve ekonomik olarak gençliğin üzerinde oluşan benzer bir tanımın olayları anlatılır. Beşer aptallıklar olarak görülen her iki genç kızın kendilerini sürükledikleri son her iki tipin yaşadıkları bütün tecessüsü ortaya koyarak yozlaşmanın kişiler üzerinde deneyleyerek aktarılmıştır. Ayşen ve Emma’nın babalarının ortak noktası para düşkünlüğü madde/meta düşkünlüğünün evlatlarına bırakmış olduğu mirasın başka yönlerine dikkati çekmektedir. Bütün bunlar Emma ve Ayşen’in farklı ülke ve milletten olmalarına rağmen aynı arzuları paylaşmış olmasına iten sebepler sonuçlardır. Emma, Paris’te; Ayşen, İstanbul’da yaşama isteğinde olduğu gibi her iki karakter de realist teferruatıyla olayları tam olarak tip üzerinden ele alınmış, istihzayı tam anlamıyla göstermiştir. Emma ve Ayşen’in arzu edilme ve kendini beğendirme amacının çevresinde oluşan hevesler illüzyonist bir esarete doğru evrilen örgüsüyle karakter bozulması muhteşem biçimde verilmiştir. 

Sonuç

Madame Bovary romanındaki Emma Bovary ile Bugünün Saraylısı’ndaki Ayşen birçok bakımından birbirine benzemektedir. Aşk karşısındaki tavırları, yetişme tarzları ile sonradan elde ettikleri hayat arasındaki bocalamaları ve etkisi altında kaldıkları romanlar – filmler bakımından yakın trajedileri yaşarlar. Roman boyunca Emma Bovary Paris’in, Ayşen ise İstanbul – Beyoğlu rüyası görürler. Emma Bovary evli bir kadın olarak toplumsal davranış değerlerinin dışına çıkarak kocasına ihanet ederken; Ayşen bekâr bir genç kızın yaşadığı ikilemler, bocalamalar ve kararsızlıklar arasındadır. İki kahraman da gösterişli bir yaşam tarzının özentisi içerisindedir. Birisi bunu babasından kalan zenginlikle ve daha uygun damat adayıyla elde edebilirken diğeri acıya mahkûm olmuş, intihara sürüklenmiştir. İkisi de yaşadıkları ülkenin en gösterişli mekânlarında yaşama arzularını dile getirmişlerdir. Ancak, bağımlılıkları ve arzularının peşinden gitmeleri yine çok istediklerinin onlara sunduğu ile olmuştur.

Ayşen ve Emma taşralıdır ve arzuladıkları hayatı yaşama noktasında romantik ilhamlar peşinde koşmaktadırlar. Hayatından mütemadiyen şikâyet eden Emma; hayatta daima yaşadığının bir üstünü isteyen Ayşen. Her iki karakterlerinden hareketle sosyolojik olarak da dönemin mevcut şartlarında iki genç kız tipinin panoraması değişen dünyanın yeni hayat algısı ve aşırılıkları içinde sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan nasıl bir sona doğru götürdüğü gözler önüne serilir. Ahlaki değerlere yabancı, yozlaşmış ve sadece madde dünyasına bağlı kişilerin Savaşın yarattığı ortamın etkisiyle gerek başkişi farklı seviyelerde ve farklı milli kültüre, kimliğe, gelenek, görenekler sahip olanların tezine dair romanda ayrıntılar verilmiştir. Her iki yazarın romanında dönemin sosyal durumunu günümüz okuyucusuna Ayşen ve Emma karakterleri etrafında dönen olay örgüsünde algılama biçimi somutlaştırılarak verilmiştir.

Ayşen ve Emma, kendi adlarına bir kimlik oluşturma çabası dramatik bir hayat deneyimleriyle son bulur. Her iki karakter kadının tercihleri, bireysel ve toplumsal olarak kimliklerinin tek çıkış noktası olan hazin son ile bitişe iter. Emma için ne yazık ki, ölümün dışında bir çıkış yolu bulunmazken; Ayşen, eğlence hayatında boy gösterme, kendisine erkekleri âşık etmesi ve ısrarla evlenmek isteyenleri oyalaması, onlarla küçük oyunlar oynaması, ümit verip ortada bırakması yine madde bağımlısı olarak muhataplarına reva gördüğü yalnızlıkla kendisi cezalandırılmıştır.

 

Ferudun Ay

 

Kaynakça

Aktaş, Ş. (2005). Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş (7. b.). Ankara: Akçağ.

Asal, R. R. (2017, Ekim 18). Düşlerindeki İnsanları Kendine Daha Yakın Hisseden Bir Roman Kahramanı: Emma Bo- vary. 2023 tarihinde Oggito: https://oggito.com/icerikler/duslerindeki-Insanlari-kendine-daha-yakin-hisseden-bir-ro- man-kahramani-emma-bovary/45888 adresinden alındı

Atay, O. (2021). Oğuz Atay Bütün Eserleri 6 Günlük (28. b.). İstanbul: İletişim.
Bingöl, N. (1944).
Yakup Kadri’nin Beş Romanında Fransız Realist ve Naturalistlerinin Tesirleri. Türk Tarih Kurumu

Basımevi, III(1), s. 9-2.
Çelik, M. (2013, 12 18).
Farklı Yaşama Tarzlarının Bovarizmde Buluşturduğu İki Roman Kahramanı Ankara’daki

Selma ile Bugünün Saraylısı’ndaki Ayşen. FSM İlmi Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi(2), s. 77-84. Çelik, Y. (2019). 1920 – 1960 Türk Romanı. Türk Edebiyatı Tarihi (3. b., Cilt IV, s. 246-326). içinde İzmir: T.C. Kültür

ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Çetişli, İ. (1999).
Batı Edebiyatında Edebi Akımlar (3. b.). Isparta: Kardelen Kitabevi.

Çıkla, S. (2002, Mayıs/Haziran/Temmuz). Romanda Kurmaca ve Gerçeklik. Hece Aylık Edebiyat Dergisi(65,66,67), s. 111-129.

Deren, S. (2022). Kültürel Batılılaşma. T. Bora, & M. Gültekingil (Dü) içinde, Modernleşme Türkiye’de Siyasi Düşün- ce Cilt 3 “Modernleşme ve Batıcılık” (9. b., Cilt III, s. 382-388). İstnabul: İletişim Yayınları.

Flaubert, G. (2013). Madam Bovary Taşra Töreleri (1. b.). (S. Tiyakioğlu, & E. Serdan, Çev.) İstanbul: İletişim Yayın- ları.

Flubert, G. (1941). Madame Bovary (1. b.). (N. Ataç, & S. E. Siyavuşgil, Çev.) İstanbul: İş Bankası Yayınları. Giddens, A. (2021). Modernliğin Sonuçları (10. b.). (E. Kuşdil, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Kaba, F. (2013). Madame Bovary’deki Burjuva Karakterler Üzerine Bir İnceleme. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (15), s. 59-66.

Karay, R. H. (2014). Bugünün Saraylısı. İstanbul: İnkilap Yayınları. 2014 tarihinde alındı

Moran, B. (2008). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 (20. b., Cilt I). İstanbul: İletişim Yayınları.

Nabokov, V. (2020). Edebiyat Dersleri (5. b.). (A. L. Batur, & F. Özgüven , Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Noyan, S. (2016). Madam Bovary ve Araba Sevdası Romanlarında Romantik Edebiyatın Eleştirisi. İdil Dergisi, V(7), s. 1849-1970.

Yetkin, S. K. (1941). Edebi Meslekler Tarihi (1. b.). Ankara: İdeal Matbaa. Ocak 2019 tarihinde alındı

Bloga dön