Christopher Nolan Sineması ve İlk Filmi Following

Christopher Nolan Sineması ve İlk Filmi Following

  Christopher Nolan'ın ilk yönetmenlik deneyimi olan Following filmi, bu yıl çıkan Oppenheimer filmi ve diğer bütün filmleri ile bir bağ kuruyor. Hemen hemen her filminde orta yaş erkeklerin varoluşsal problemlerini, yaşama olan mücadelelerini ve hayatla çatışmalarını anlatan Nolan, ilk filminde bunu zaten belli etmiş. Following filmini çıktığı döneme göre de değerlendirmek gerekir. Fight Club, Matrix, Pleasantville Dark City gibi 21.yüzyıla girerken birbirileri ile aynı konuları ele alan filmler Following ile de bağlantı kuruyor.

Nolan, sinemada varoluşsal problemlerle ve karakterlerin bunalımlarıyla meşhur filmlerin çekildiği o yoğun dönemde -insanoğlunun yirmi birinci yüzyıla hazırlandığı dönemde- çekildi. Film, hayattan bunalmış varoluşsal sancılarla boğuşan bir adamın gizemli bir hırsızla yollarını kesişmesini ele alıyor. 60'ların Fransız sinemasına ve tabii ki Hitchockyen bir üslupla başlayan fil Louis Malle’nin “Le feu follet” filmi ile bir köprü kurmayı başarıyor. Film modern insanın en çok sorduğu sorulardan birini soruyor: Hayatın bir anlamı var mı, varsa nedir?

Özellikle Following’de kafkaesk üslupları, Godard’ın filmlerini (Çete, Serseri Aşıklar) anımsatan çekim teknikleri gibi o dönemdeki sinema anlayışına aykırı bir tarz ile kariyerine başlamış, tıpkı Tarantino’nun Rezervuar Köpeklerinde yaptığı gibi. Günümüzdeki büyük yönetmelerin çıkış filmlerini böyle aykırı ve sinema tarihinden izler taşıyan üsluplar ile başlatmaları tesadüf değil. Scorsese, Brian de Palma, Spielberg gibilerini de örnek olarak gösterebiliriz.

Christopher Nolan'ı En Çıplak Haliyle Tanımak İçin İzlemeniz Gereken Film: Following

Nolan sinemasının en büyük etkisi sinema-zaman kavramını müthiş kullanış biçimi oldu. Zamanı adeta bir başrol gibi bize sunan Nolan her filminde karakterle zaman arasında bir bağ kurarak filmin temposunu ayarlamaya çalışır, bazen uzayda bazen rüyalarda bazen ise suçlularla dolu bir şehirde. Karakterleri hep o zamanın içinde sıkıştırıp maceraya ve drama sokarak seyirci ile duygusal bir bağ yakalamaya çalışır. Ve seyirci yıllar geçse de şu soruyu sorar topaç yere düştü mü finalde çocuklarına kavuştu mu?

Hem Memento, Prestij, Dark Knight, Inception, Insterstellar’da mükemmel şekilde yaptığı karakterler arasında duygusal çatışmayı, filmlerindeki müzik kullanımını daha ilk filminde bize gösteriyor. Özellikle sinematografisi ile Louis Malle’nin Le feu follet ‘ne hikâye gelişimi açısından da David Fincher’ın Fight Club ve The Game’de yaptığı gibi ilerleyen film kısa süresi sayesinde de kendini soluksuz izletmeyi başarıyor.

Nolan bu yüzyılda harika filmler izletti bize, harika karakterler gösterdi. Seyirciye sinema salonunda yaşamak isteyeceği tüm duyguları filmlerinde yaşatmayı başaran sinema tarihindeki ender yönetmenlerden biri kendisi. Başrollerindeki karakterlerin gelişimi ile seyirci hep bir duygu yolculuğuna çıkarmayı başarıyor. Biraz ezberci bir tutumda diyebiliriz bu yöntemi için. Filmleri hep belli bir tempoda başlar tempo inanılmaz yükselir ve iner finalde ise duygu bombardımanına tutar.

Nolan’ın filmlerinde umut her zaman vardır. Her filmindeki karakter hayatla başı derttedir. Her zaman işleri ters giden bir şeyler başarmak isteyen erkek karakterler vardır filmlerinde. Modern insan için hayattaki en önemli şeydir belki de bir iş başarma arzusu. Nolan  bazen hafızasını kaybeden bir adamla gösterir bunu bize, bazen iki sihirbazla, bazen bir rüya hırsızı ile ya da astronot bir babayla…

Altın Küre'de Parlayan Yapımlar: Barbie ve Oppenheimer Zirvede, Succession TV Dünyasını Sallıyor

Son filminde tarihte yer almış bir bilim insanı ile anlatır bunu bizlere, teknik olarak belki de en olgun filmi oldu. 2. Dünya Savaşı hakkında bambaşka bir film izletmişti bize.

Kimisi Nolan için çağımızın Kubrick’i der, ben buna kesinlikle katılmam. Kubrick’in estetik yorumu, sinemaya bakışı Nolan’dan çok farklı. Nolan'ın daha mühendis disiplini gibi gider filmleri, Kubrick bir mimar estetiği anlayışı ile inşa eder filmlerini.

Çoğu insan sinemaya, filmi izlemeye şu duyguyu hissetmek arzusuyla gider: Filmdeki karakterler bana hitap etsin macera ve öykü beni içine çeksin. Nolan sinemasında karakterlerin gelişimi, yaşadıkları, duygusal iniş çıkışları, zaman algısı ve yönetimi seyirci ile bağ kurmasına yardımcı olur.

Sonuç olarak Nolan son çektiği Oppenhimer filmi ile de gösterdi ki günümüz sinemasında karakter-zaman-dram kavramlarını en iyi uyarlayan yönetmen, bir dahi. Çektiği her filminde bizi başka tavşan deliklerine götüren bir sinema anlayışı var. Sinema tarihinde böyle teşbihler yapmayı çok severim haddim olmayarak Kubrick dev bir sarayın mimarı ise; Nolan ise o sarayın içindeki dahi sihirbazdır.

NOT: Bu filmi sevenler için benzer film tavsiyeleri

Le Feu Follet, Pi, The Game

Kaan Ersöz

 

Kaan Ersöz kimdir?

Adım Kaan Ersöz İstanbul’da yaşıyorum. Özel bir şirkette insan kaynakları personeliyim. Çocukluktan beri sinema aşığıyım. Sinemanın dünyadaki en asil tutkulardan biri olduğuna inanıyorum.

 

 

 

 

Bloga dön