14 Şubat Çağında Gerçek Aşkın İmkansızlığı Üzerine

14 Şubat Çağında Gerçek Aşkın İmkansızlığı Üzerine

“Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden” diye başlar ya Cemal SÜREYA ‘Üvercinka’ şiirine, biz de bir kez daha özel bir günle, bir 14 Şubatla, özellerin en özeli günlerinden biri, belki birincisiyle böylece karşı karşıyayız… Ve bir kez daha 14 Şubat bize günümüz dünyasında gerçek aşkın imkansızlığını gösteriyor. 

14 Şubat özel günler içinde anneler ve babalar günü ile birlikte belki de en küresel ve yaygın olarak kutlananı. Ipsos’un ‘Aşk (ve İş) Limitsiz: Sevgililer Günü Küresel Oldu’ başlığıyla 2022’de yayınladığı Sevgililer Günü Araştırmasına göre araştırmanın gerçekleştirildiği 28 ülkede katılımcıların %55’i Sevgililer Günü’nü kutluyor. Bu oran 35 yaş altındakilerde ise %68’e çıkıyor.; yani gençlerde bu günü kutlamak daha yaygın. Evli olmayanlar da olanlardan daha fazla Sevgililer Günü’nü kutlama eğiliminde. Evli olmayanlarda kutlama oranı yaklaşık %61. Bir not da Türkiye hakkında: Araştırmaya göre Türkiye, 14 Şubat’ı en çok kutlayan ülkeler sıralamasında altıncı. Türkiye’den araştırmaya katılanların %65’i 14 Şubat’ı kutladıklarını belirtmişler.

Kutlayanların nasıl kutladığına gelince… Kutlayacakların %41’i evde romantik bir akşam yemeği, %35’i dışarıda romantik yemeği ile 14 Şubat’ı kutlayacaklarını ifade etmişler. Kutlama aktiviteleri arasında %33 ile sevişmek de var. %17 romantik bir seyahate çıkacaklarını belirtmiş. Bir diğer %17 ise ucuza kaçıp bir SMS veya sosyal medya mesajıyla kutlayacağını söylemiş ki bunların ilişkilerinin 15 Şubat sabahı ne olduğunu geleceğini merak ediyor insan. Hediyelere gelirsek, %34’ü tatlı veya çikolata %28’i çiçek, %20’si parfüm, %16’sı bir şişe içki, %16’sı mücevher veya bir moda ürünü, %11’si de iç çamaşırı veya erotik aksesuar alacağını ifade etmiş. Bu grubun ağırlığının bir kutlama aktivitesi olarak sevişmeyi seçenlerden olduğunu tahmin etmek zor değil.

Kutlayanlar yanında bir de kutlamayalar var elbette. Onlar da 14 Şubat’ı ya çok ticari buluyorlar (%47) ya da günün kendi kültür ve geleneklerine uygun olmadığını (%37) düşünüyorlar. Bunun dışında kutlamanın çok pahalı olduğu için finansal gücünün yetmediği (%11), zamanları olmadığı (%10) ve modasının geçtiği (%10) gibi nedenler de kutlamayanlar tarafından dile getirilmiştir. Bir de %6 var ki sevgililer gününü bilmediklerini söylemişler.

Roland Barthes, anıtsal yapıtı Bir Aşk Söyleminden Parçalar’da şöyle der:

“Hediye temastır, duygusallıktır. Benim dokunduğuma sen de dokunursun, bir üçüncü ten bizi birleştirir. X’e bir eşarp veriririm ve onu takar: X bana onu giyme gerçeğini verir.”  

 Bir aşk ilişkisinde karşı tarafa hediye vermek çok önemli ritüellerinden biridir. Hiç bir zaman özel günler insanı olmamama ve sadece bayramları, oğlumun ve eşimin doğum günleri ile evlilik yıldönümümüzü kutlamama rağmen söz konusu hediye alıp vermek olduğunda bu katı tutumum ciddi şekilde yumuşar; çünkü Barthes’ın da işaret ettiği gibi hediye alıp vermek insanlar arasındaki duygusal yakınlığı fiziksel bir boyuta taşır. Hediye sadece aşk değil duygusal boyutu olan her insani ilişkide duygusal düzeyde buluşan bireylerin bu duygularını somut bir bağlama aktarır; o ilişkinin fiziksel bir simgesini yaratır. O yüzden bir hediye aldığınızda hediyenin fiyatı veya faydasından/öte ‘hatırlanma’ boyutu önemlidir. Tabi ideal evrende…

Tekrar 14 Şubat’a dönersek… Ipsos’un araştırmasında Sevgililer Günü’nü ‘fazla ticari’ bulup kutlamayanlar 14 Şubat’ın günümüzün tüketme çılgınlığı içinde aşkın-sevginin kutsandığı özel bir gün olmaktan çoktan çıktığını; ticari bir faaliyete dönüştüğünün farkındalar. Sevgililer günü yaklaştıkça alakalı alakasız pek çok üründe ve sektörde güne özel; suratımıza adeta boca edilen ve çoğunlukla kadınlara yönelik cinsiyetçiliği saklama gereği bile duymadan, nerdeyse arsızca yapılan reklamlar ve kampanyalar 14 Şubat’ı bir alışveriş orjisine dönüştürüyor. Bol kalpli cıvık cıvık ucuz piyasa romantizmi dolu hediyelikleri; otellerde şampanyalı, fantezili, bol sevişme vaatli konaklama paketleri, normalden daha pahalıya sunulan restoran menüleri ile dev bir 14 Şubat ekonomisi gündelik kapitalizmin en mükemmel örneği olarak karşımızda duruyor. Bu tüketim çılgınlığının etkisiyle de 14 Şubat o kadar abartılıyor ki o gün sevgilisi olmayanlar yaşamlarının anlamsız ve eksik  olduğunu hissetmeye zorlanıyor. Kendini yalnız hisseden, ciddi bir depresyonun eşiğinde gezinen ‘ezik’ler için bu 14 Şubat fütursuzluğu karşısında 13 Şubat Yalnızlar Günü bile icat edilmiş.

14 Şubat bize gerçek aşkın ancak efsanelerde, mitolojide, şiirlerde ve romanlarda yaşanılan; gerçekte uzak bağımlılık yaratan bir tüketim ilişkisine, hedonist arzu ve isteklerin karşılanması ve sosyal medya çağının görünme fetişinin tatmin edilmesinin bir aracına dönüştüğünü gösteriyor.

Aşk, yaşayan en büyük filozoflardan biri olan Badiou “aşkın varolan en kuvvetli öznel duygulardan biri olduğunu” söyler ve ekler “bireyin bir diğer bireyle en samimi/içten ilişki kurmasının en etkili yoludur ve bu yolla da onu başkasına bağımlı kılar.”

Hüzün, yalnızlık, acı.. Dünyada olması gerektiğinden daha fazla.. Yıkılan evlilikler, sürekli ayrılıklarla sonuçlanan ilişkiler, işsizlik, finansal krizler, kanser, Covid sonrası yeni dünya düzenine alışma sancıları ve elbette savaşlar, ölümler, çocuk ölümleri… Birileri çıkıp “bu sönen gölgelenen dünyada özel günlerimiz olmasın mı” diye sorabilir ve itiraf edeyim çok da haksız sayılmaz. Keza yılda bir gün de olsa aşkı hatırladığımız, aşk konuştuğumuz, aşkı yaşamımızın odağına koyduğumuz bir 14 Şubatı’mız olmasın mı? Bu soruya verilecek cevap da net: elbette.. Nitekim Badiou, günümüzün dünyasının şartlarında “aşkı korumak (savunmak) zorundayız” derken çok da haksız değil. Dünyanın ve yaşamın tüm karanlığı içinde aşk, teorik olarak, bir sığınak; geçici de olsa mutlu geçirebilecek bir kaç saat sunabilir insanlara. Öte yandan kaçınılmaz ve pek çokları için tahammül edilebilirlik ötesinde rahatsız edici ve gerçekçi olan o soruyu da sormak zorundayız: 14 Şubat çağında bir duygu ve düşünce olarak aşk bizim ideal olarak tanımladığımız; Badiou’nün savunulması ve korunmasını zorunlu gördüğü olgu mudur yoksa günümüzdeki pek çok şeyde olduğu gibi içi boşaltılmış, kendi gitmiş adı kalmış ‘arkaik’ bir insanlık durumu mudur?

20. Yüzyıl felsefesinin en etkili filozoflarından Derrida aşk ile ilgili olarak Platon’un ‘kim’ ve ‘ne’ kavramlarını yeniden düşürken su soruyu atar ortaya:“Birini sadece o olduğu için mi severiz yoksa bazı özellikleri (zekası, güzelliği) için mi?” Derrida’nın bu sorusu 14 Şubat çağında, hele de günümüzün sosyal medya hükümranlığında farklı bir anlam kazanıyor. Birini 14 Şubat’ı yalnız geçirmediğimizi sosyal medyada göstermek için de sevebilir miyiz veya sever gibi yapabilir miyiz? 14 Şubat’ta alınan kalpli çikolataları, gülleri ve mücevherleri birer ‘post’a dönüştürmek için ‘aşk’ yaşabilir miyiz? Badiou’nun aşkı tanımlarken kullandığı ‘birbirine bağımlılık’ artık sosyal medyada görünme ihtiyacından mı kaynaklanıyor? 14 Şubat’ta birbirimize ihtiyacımız var: çünkü o gün yalnız görünemeyiz… O gün kendimizi özel hissetmek için, aldığımız hediyelerle varolabilmek için birbirimize ihtiyacımız var…

Aşk insani duygular içinde en karmaşık ve belki de anlaşılmaz olanı. Barthes’ın Bir Aşk Söyleminden Parçaları’na geri dönersek aşk aralarında kaygı, rahatsızlık, beklemek, yıkım, bilinmezlik, iğrençlik, intihar ve sevginin de bulunduğu bir sürü olguyu ve duyguyu içinde barındıran, insan ilişkilerin belki de en çetrefillisi. Nitekim ulvi ve epik olmasının yanında bu özellikleri de aşkı sanatın en yaygın temalarından biri haline getiriyor. Üstelik aşk, insanlık tarihi boyunca politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel nedenlerde ciddi bir değişim geçirse de hala özünü koruduğuna inanılan en temel duygulardan biri. İnsanlık varolduğundan beri tartışılması ve bundan sonra da tartışılacak olması da bundan. Bizler, yaşadığımız çağda aşk kavramını 14 Şubat’tan ayrı düşünemeyiz. Ahmet Haşim’in Karanfil şiirinde ‘yarin dudağından getirilmiş bir katre alev’ olarak tanımladığı karanfil günümüzde bir Instagram postu. Turgut Uyar’ın ‘Göğe Bakma Durağı’ şiirinde ‘göğe bakarak sevinen’ sevgililer artık bu yetmiyor. Mesela göğe yakın bir yerde lüks bir romantik bir akşam yemeği sevindirecek onları.

Özel günler ve 14 Şubat insanı olamadığım gibi aşk insanı da olamadım. (bu doğaya karşı gelip aşık olmadığım anlamına gelmesin). Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde şöyle der: “Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksikliğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz. Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.” Özgürlüğüne fazla düşkün ve itiraf edeyim duygusal sorumluluktan kaçan bir olarak hem kendi hayatına başkalarını sokma hem de başkalarının hayatına lüzumundan fazla girme benim aşka hep mesafeli bakmama neden oldu. Bugün düşündüğümde  biri çıkıp da “aşktan daima kaçıyorum; beni Badiou’nun sözünü ettiği o karşılıklı bağımlılık değil 14 Şubat’ın kalpli, çikolatalı kutlamaları ondan uzaklaştırıyor” dese bence pek de haksız sayılmaz ve evet, ben de o arkadaşa aynen katılırım. 

 

Bülent Tunga Yılmaz

Bloga dön